İlk erkek:

“AGAF” lakaplı Sir Antony George Anson Fisher (1915-1988)...

İngiliz işadamı.

Neoliberalizmin kurucu babası Avusturyalı iktisatçı F.A. Hayek tarafından yazılan “Kölelik Yolu” kitabından etkilendi. Tanıştılar. Hayek, siyasi değişimi etkilemek için düşünce kuruluşlarının en iyi araç olduğuna onu ikna etti.

Fisher, aralarından Friedrich Hayek, Frank Knight, Karl Popper, Ludwig von Mises, George Stigler ve Milton Friedman gibi iktisatçılar-siyaset bilimcilerin oluşturduğu “neoliberalizmin merkez üssü” Mont Pelerin Cemiyeti/MPS üyesi oldu.

Fisher, 1955’te Londra’da Ekonomik İlişkiler Enstitüsü (IEA) kurduktan sonra 1970’lerde Fraser Enstitüsü, Manhattan Enstitüsü ve Pasifik Araştırma Enstitüsü’nün kurulmasını sağladı.

Neoliberalizmin şaha kalkışıyla birlikte 1981’de neoliberal düşünce kuruluşlarına “şemsiye” görevi yapan Atlas Ekonomik Araştırma Vakfı/ Atlas Network’ü ABD’de kurdu. (Atlas Network, adını (bizim liboş “solcuların” prensesi) Ayn Rand’ın Atlas Silkindi adlı kitabından aldı.)

Bu Network’ün başta Koch ailesi olmak üzere ExxonMobil’den Philip Morris’e kadar büyük para destekçileri var. Atlas Network is bugün (Türkiye gibi) 90’dan fazla ülkede, (Türkiye’deki Liberal Düşünce Topluluğu gibi) yaklaşık 500 neoliberal düşünce kuruluşunu destekliyor...

Fisher’in 1983’de ABD’de kurduğu düşünce kuruluşunun adı; Politika Analizi Ulusal Merkezi (NCPA )...

İKİNCİ ERKEK


Fisher, NCPA’yı ABD/Dallaslı işadamları Russell Perry, John F. Stephens, Jere W. Thompson, (Pepsi başkanı) Wayne Calloway vd. kurdu. İlk ofis Dallas Üniversitesi’nde açıldı.

Merkezin kurucu başkanı neoliberal ekonominin savunucusu/Teksaslı John C. Goodman idi. Aynı zamanda Goodman Enstitüsü kurucu olan Goodman’ın uzmanlık alanı kamucu sağlık politikalarını yıkmaktı. Bu konuda 15 kitap yazdı. Amerikan Tabipler Birliği’nin isteği üzerine sağlık hizmetlerinin piyasaları nasıl baskı altına aldığına dair araştırma yaptı. Sağlık politikası üzerine (Erdoğan dahil) merkez sağ düşünceyi şekillendirdi.

New York Times 1992’de NCPA’yi sigorta endüstrisinin finanse ettiğini yazdı.

Goodman, Margaret Thatcher’ın 22 özelleştirme tekniğini ABD’de tanıttı ve eyalet düzeyinde özelleştirmeler yapılmasını sağladı. Bu çabaya NCPA da kitaplar yayınlayarak, toplantılar yaparak destek verdi.

Goodman’a bu çalışmalarında yardımcı olan kimdi dersiniz; Lou Anne King Jensen!

Çünkü, sosyal hizmet uzmanı Bayan Jensen, NCPA danışma kurulundaydı.

Peki, kimdi bu kadın?

Konuyu Türkiye’ye getirebiliriz...

BİR KADIN


Chrest Vakfı...

Türkiye’de liboş “sol” çizgisindeki kimi medya organlarına verdiği parayla gündemde.

Lou Anne King Jensen, bu vakfın kurucusu ve başkanı!

Bayan Jensen ve eşi Jeff Jensen’in büyük para kazandıkları işleri ne; sağlık sigortası!

Neoliberalizm salt bir ekonomik sistem değil; ideolojisini kavramak şart. Jensen ailesi sağlıktan kazandıklarını başka “yatırımlarda” değerlendiriyor. Nasıl mı? NCPA’nın 25’inci yıl balosu buna yanıt veriyor:

Baloda Bayan Jensen bir Amerikalı General ile poz veriyor. General Tommy FranksABD Merkez Komutanı idi. 2001 yılında Afganistan ve 2003 yılındaki Irak işgaline komuta etti.

Baloda konuşma yapan Amerikan medya şirketi Forbes sahibi (ve Uluslararası Yayın Kurulu/ BIB başkanı) Steve Forbes, geleceğin zor problemlerini sıraladı; İran, Irak, Afganistan...

Tesadüf mü? Chrest Vakfı, 2001 yılından itibaren Türkiye’deki kimi sivil toplum kuruluşlarına para yağdırmaya başladı!

Sahi o dönem liboş “solcular” Irak tezkeresine niçin canhıraş destek verdi? Sadece bu değil... Wikileaks belgelerini neyi ortaya çıkardı?

Yıl, 2007. Chrest Vakfı Başkanı Lou Anne King Jensen’in, Hakkari ile Mardin’de Türk askerlerinin bulunduğu noktalar ve Kuzey Irak hakkında Amerikan jeopolitik danışmanlık şirketi/Gölge CIA olarak tanınan Stratfor Türkiye şefinden bilgi istediği ortaya çıktı!

Keza: MASAK 2012 raporundan PKK’nın dağ kadrosunu finanse ettiği belirtilen Umut Işığı Kadın Kooperatifi’nin Chrest Vakfı’ndan 2006 ve 2007’de toplamda 45 bin 598 dolar aldığını öğreniyoruz

Şeffaflıkla övünen fondaş medyanın bu konuları görmezden gelmesine şaşırıyor musunuz?

Kendilerini “sol” olarak tanımlayan kimi şaşkınların fondaş medyaya destek vermesi tam bağımsızlık için canını veren devrimcilere haksızlık değil mi?

Yol belli; ya tam bağımsızlık ya da mandacılık.