Öncelikle...

Şunu anımsatmam lazım:

Ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri, suç ve cezanın şahsiliğidir.

Kişi, ancak kendisinin işlediği fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilir...

Kişi, başkasının işlediği fiillerden sorumlu tutulamaz...

Türk Ceza Kanunu’nun 20’inci maddesinde yazar bu...

Peki, şimdi geçen haftaya dönelim:

Biliyorsunuz: HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş beş yıldır Edirne Cezaevi’nde tutuklu. Eşi Başak Demirtaş, FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu Çalar Saat programına katıldı. Dedi ki:

-“Selahattin’le yaklaşık 19 aydır açık görüş yapamıyoruz. Kızlarımız babalarına 19 aydır sarılamadı. Bunu da anlamak mümkün değil. Kapalı görüş haklarımızı dahi kullanamıyoruz. Artık keyfiyete dönüştü. Neden hâlâ görüş haklarımız eski haline dönüştürülmedi?”

Gerek İsmail Küçükkaya gerek bu sözleri alıntılayan Odatv sözlü-yazılı saldırıya uğradı.

İsmini yazmayayım Erdoğan’ın bir milletvekili, “Selo iti enikleri ile görüşemiyormuş” diye açıklama yaptığını bile gördük!

Devlet Bahçeli’nin basın danışmanı ise şunu yazdı:

-“Sol medya alayınız alçak, alayınız insanlık duygularını kaybetmiş yaratıksınız.”

Bu faşizmdir.

Bırakınız Selahattin Demirtaş hakkında kesinleşmiş hüküm olmamasını! Demek:

Eşi Başak Demirtaş da suçlu öyle mi?

Kızı 17 yaşındaki Delal Demirtaş da suçlu öyle mi?

Kızı 13 yaşındaki Dılda Demirtaş da suçlu öyle mi?

Hadi suçun şahsiliğini geçelim. En mükemmel adalet, vicdan değil mi? Ne oldu bu güzelim memleketin vicdanına; kadına, küçük kızlara saldırmaya utanmıyor mu artık?

SAVAŞIN AHLÂKI


Gazeteciliğe Aydınlık’ta başladım. Kırmızı çizgileri vardı:

Bırakın kadını-çocuğu, eli kolu bağlı yanıt veremeyecek durumda cezaevinde bulunan kişilerle ilgili yorum-haber yapılmazdı.

Bugün Aydınlık gazetesi Başak Demirtaş’ın “kızlarım babalarına 19 aydır sarılamıyor” sözünü haber yapan Odatv’ye saldırıyor; “mağduriyet sosuna sarılmış” propaganda yapılıyormuş!

Buna yanıtı ben vermeyeyim.

Sözü 35 yıllık arkadaşım Aydınlık yazarı Tunca Arslan’ın 19 Ağustos 2015 tarihli “savaşta mertliği bilirdik” başlıklı köşe yazısını anımsatmak isterim. Çok daha sert örnek verdi:

-“Savaşın bir hukuku ve ahlâkı vardır. Hiç kuşkusuz, bölücü terörle savaşın, Türkiye’yi Yugoslavyalaştırmak için NATO’yu göreve çağıran ‘Biji Obama!’cılarla mücadelenin de bir hukuku ve ahlâkı vardır. Alçaklığın ve arkadan vurmanın ise hiçbir hukuku ve ahlâkı yoktur. 10 Ağustos’ta Varto’daki çatışmada öldürülen PKK’lı Kevser Eltürk’ün çıplak cesedine yapılanlar ortada... Kadın ya da erkek, kim olursa olsun, ölmüş-öldürülmüş bir insanın bedenine reva görülen bu muamele, çok açık söyleyeyim ki ‘Savaşta ve barışta Hazreti Ali edebiyle hareket ettiği’ söylenen bir orduyu açıkça arkadan vurmaktır. Bu olayı görmezden gelenlerin, kayıtsız kalanların, sineye çekenlerin, sesini yükseltmeyenlerin de arkadan vuranlardan pek farkı kalmamaktadır...”

Aydınlık gazetesinde çalışan genç meslektaşlarımın Tunca Ağabeylerinin bu yazısına konu olan, PKK ile defalarca savaşmış Albay Levent Göktaş’ın anlattıklarını da okumalarını isterim...

DİĞER TARTIŞMA


Selahattin Demirtaş cezaevinde öyküler-romanlar yazıyor. İlk romanı “Leylan” sonundaki notunda, “Bu son kitabım olabilir” demişti.

Bir buçuk yıl sonra yeni bir romanla çıktı okurların karşısına: “Efsun.” Bu romanın nasıl ortaya çıktığını kitabın sonunda yazdı:

-Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de baş gösteren Covid-19 salgını ile herkes evlerine hapsoldu... Eşim ve kızlarım da karantina tedbirleri nedeniyle aylarca evden çıkamadılar... Kızlarım ve eşimle daha sık mektuplaşmaya başladık. Onların ev hapsinde daralıp bunalmalarını istemiyordum. Çocukluğumdan kısa öyküler yazıp göndermeye başladım. Derken, onların okuması için bir roman yazmaya karar verdim...”

Gelelim diğer tartışmaya:

Demirtaş’ın ideolojik-siyasal çizgisi ile onun yazın dünyasını birbirine karıştırmamak lazım.

Dünden bugüne dünyada beğenilen kimi yazarlar, faşisttir; çok övgü de almışlardır. Politik kimlik ayrı, yazar kimliği ayrıdır.

Kimi yayın organlarında “Efsun” romanıyla ilgili haddinden fazla övgü okumak, siyasetin edebiyatı teslim aldığını gösteriyor.

Bunun da –aralarında büyük fark olsa da- Demirtaş’ın eşinin-kızlarının babalarına sarılmalarına karşı çıkanlardan farkı yok!

Övgümüz de, sövgümüz de abartılı, yerli yersiz/ölçüsüz...