Belkahve’ye gelmeden bir çeşme başında durduk.

Çeşme kesme beyaz taşlardan yapılmıştı.

Önünde ağaçtan oyulmuş uzun arktan taşan sular ilerideki iki telli kavağın altına doğru, rüzgârın getirdiği, son yazın yakuta döndürdüğü yaprakları sürükleyerek akıyor, orada minik bir gölcük oluşturuyordu.

Eşsiz Atatürk; “Topkapılı, burada duralım” dedi. “Ne güzel çeşme... Huzur veriyor insana. Aklıma, Sakarya’da top sesleri altında geceleyin çadırımda okuduğum, Vakit Gazetesi’nde tefrika edilen ‘Çalıkuşu’ romanı geldi. 

O romanda öğretmen Feride şöyle diyordu:

‘Burada sevmeye başladığım üç şey var: Birisi, penceremin altındaki akar çeşme ki, hiç durmayan sesiyle yalnız gecelerimde, adeta bana arkadaşlık ediyor...’”

★★★

Çeşmenin başına oturduk.

Tatlı suyundan içtik.

İlerideki minik gölcüğün batak kuytularında kurbağalar cırlak cırlak bağrışıyordu. Yalağın suyunun döküldüğü yerde, baştan aşağı çiçek açmış bir yaban gülü fundası yanından gak gaklarıyla bir karga sürüsü havalandı.

Büyük Atatürk gülümseyerek baktı onların ardından.

“Çocukken az karga kovalamadım...” dedi. “Bu kargaların acelesi var...”

Sonra durdu ve ilginç bir şey söyledi.

“Amerikalı bir yazar var. Manastır’da yatılı okurken Fransızca bir romanını okumuştum. Altını çizdiğim güzel bir sözü vardı, hep keşke öyle olsaydı diye düşündüğüm. Nedense o söz aklıma geldi:

Mark Twain diyordu ki...

‘Seksen yaşında doğup yavaş yavaş çocukluğumuza doğru gitseydik, ne güzel olurdu...’”

★★★

“Ben bu çeşmelere ve önlerindeki su yalaklarına ve oradan suların akışına bayılıyorum” dedi. “Bu çeşmelerden akan sulara çocukluğumdan beridir hayranım. Su hayattır. Çeşmenin ve doğanın birbiriyle uyumu ahengi görene huzur verir. Çobanların, hayvanların susuzluğunu giderir. Gelip geçen yolcuların başında serinleyip suyunu içenlerin hikâyelerini biriktirir.

Her şeyi unutup akan suya bakmak ne iyidir...

★★★

Böyle çeşmelerden akan sular, bir tohuma denk gelirse onu filizlendirir. Ateşle temas ederse onu söndürür.

Kirlilikle karşılaşırsa onu temizler.

Güneşle birleşirse gökkuşağı olur.

Ancak yalnız ilerlemezse, akmazsa, bir çamurun içinde kalırsa gitgide kokuşur.

Halkımız da suya benzer. İlerlemezse ileriye doğru akıp gitmezse kirlenir, gitgide kokuşur.

Hep birlikte çok zorluklarla kurduğumuz Cumhuriyet’in değerini bilelim. Bizim
gözümüzde şehirli, köylü, işçi, memur, çiftçi, tüccar, sanatkâr, asker, doktor ve sonuç olarak çalışan herhangi bir yurttaşın iyi yaşaması, hak, yarar ve özgürlüğü eşittir.”


Paşam, bu sosyal kurumlarda çalışanların hak, yarar ve özgürlüklerine o kadar düşkündü ki... Geçen yıl açtığı Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası geldi aklıma.

★★★

Nazilli’nin keyifli bir ışıkla parladı gözleri, Sümerbank Basma Fabrikası yapıldığında.

Dile kolay 230 bin metrekarelik alan. 

Bir köy büyüklüğünde.

Mustafa Kemal Atatürk 1935 yılında temelini attı. Nazilli halkı haykırdı: “Sen çok yaşa Mustafa Kemal Paşa...”

Sümerbank Basma Fabrikası on sekiz ayda tamamlandı.

Sekiz milyon liraya mal oldu, fakat fabrikadaki makineler için devletin kasasından bir lira bile çıkmadı. Eşsiz Atatürk’ün görüşmesi neticesinde teçhizatlar Sovyetler Birliği’nden portakal, limon karşılığında alındı.  

Ne demiş Lenin:

“Liderler istikbali sezerler...”

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, sosyalist ülkeler de dâhil, dünyada görülmemiş bir “sosyal” niteliğe sahipti.

Dünyada bir benzerine daha rastlanmayacak kadar özgün bir ‘sosyo kültürel’ ekonomi projesiydi.

★★★

Nazilli İstasyonu’nda durdu tren. Mustafa Kemal Atatürk indi trenden.

Nazilli bereketlendi, renklendi birden.

Sevinçli bir inkılâp şarkısı gibiydi “Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası.”

Aziz Atatürk’ün, “Her fabrika bir kaledir” diyerek 9 Ekim 1937’de açtığı Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Cumhuriyet’in önemli eserlerinden biriydi... 

Evet, Mustafa Kemal Atatürk için her fabrika bir kaleydi.

Yani paşam için, bir fabrika içi sadece makinelerle, teçhizatla, işçilerle dolu bir bina, bir mekân değildi. Sadece bir şey üretilen makine ve işçi sesi duyulan yerler değildi onlar. Mustafa Kemal Atatürk için fabrikalar, uçsuz bucaksız emek, kültür bahçeleriydi.

Dalları basmış armut, elma, erik, kayısı, vişne ve kiraz ağaçlarıydılar.

Yeşil ve kırmızı bir güneşti fabrikalar.

İşte Büyük Atatürk’ün bu düşüncesi doğrultusunda Sosyal Fabrika Projesi ve bu kapsamda faaliyete geçirilen Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası her türlü olanağa sahipti. Mesela fabrikanın daha kapısından girer girmez İstanbul’u, Paris’i, Moskova’yı, New York’u ve pırıl pırıl bir hayatı görmek mümkündü. Çağdaşlık parlayan gözleriyle birbirlerine gülümseyen ve “Merhaba” diyen işçiler burada sadece çalışmazlardı, aynı zamanda dünyayı en iyi şekilde yaşarlardı. Mustafa Kemal Atatürk, Nazilliler için sadece bir fabrika değil bir dünya yaratmıştı. Bu yönüyle, dünyada eşi benzeri yoktu. Sadece Nazilli Basma Fabrikası değil,

Gemlik Suni İpek Fabrikası.

Bursa Merinos Fabrikası.

İzmit Kâğıt Fabrikası (Seka).

Ereğli Bez Fabrikası.

Alpullu Şeker Fabrikası.

Uşak Şeker Fabrikası.

MKE Kırıkkale Fabrikası.

Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası.

Ankara Çimento Fabrikası.

Eskişehir Şeker Fabrikası.

Turhal Şeker Fabrikası.

İzmit, Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası.

Kayseri Bez Fabrikası.

Keçiborlu Kükürt Fabrikası.

Sivas Çimento Fabrikası.

Karabük Demir Çelik Fabrikası gibi dev fabrikalar da aziz Atatürk döneminde planlanmış, imalata geçmiş ve bu ülkenin hem maddi, hem manevi birer servetleri olmuşlardı.

Tüm bu fabrikalar ve diğerleri sadece birer beton ve makine yığını tesisler bütünü değil, aynı zamanda birer ‘sosyal fabrika’ydı.

Ve Büyük Atatürk’ün de dediği gibi, “her fabrika bir kaleydi...”

★★★

Aydın’daki Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Türkiye’nin devlet eliyle kurulan ilk basma fabrikasıydı. Dal dal sarı, kırmızı, mavi çiçekli, renk cıvıltılı, kuş cıvıltılı basmalar burada dokunurdu.

Fabrikada ilk yıl yaklaşık dokuz milyon metre basma, yüz kırk beş top iplik üretildi, Top top, çeşit çeşit, renk renk basmalar... Köye, kente kasabaya, yurdun dört bir yanına dağıtıldı... En yaşlı bile gençleşti o basmaları giyince. 

Uzun kirpikli kızların, çocuklarını fabrikanın kreşine gönül rahatlığıyla bırakmış annelerin, bıyığı yeni terlemiş delikanlıların, hiçbir geçim derdi taşımadan akşama evinde çayını keyifle içecek babaların çalıştığı ve sadece üretim yapılan bir fabrika değildi burası. Hastanesi, okulu, kültür sanat etkinliklerinin, baloların yapıldığı, sinema filmlerinin gösterildiği bir kültür merkezi, yedi delikli golf sahası, basket ve futbol sahalarının, boks ringi, tenis kortu ve paten pistinin olduğu spor kompleksi, rekreasyon düzenlemeleriyle daha saymayı unuttuğum birçok şeyiyle bir yaşam merkeziydi. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm yurda yaygınlaştırmayı hayal ettiği, buna fırsat bulamadan aramızdan ayrıldığı “Sosyal Fabrika Projesi”nin ilk örneğiydi.

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Atatürk’ün kafasındaki “Sosyal Fabrika Projesi’nin” ilk uygulaması olması bakımından çok önemliydi. Büyük Atatürk’ün kafasındaki fabrika, sadece üretim yapılan bir mekân değil, aynı zamanda yeni gelişmelerin, araştırmaların, çalışmaların yapıldığı bir laboratuvar, eğitim verilen bir okul, her türlü sanat ve spor imkânlarına sahip bir kültür kompleksi, kısacası adeta dört dörtlük bir ‘yaşam alanı’, bir kampustu. Eşsiz Atatürk, işçilerin yüksek standartlarda, her türlü imkândan yararlandıkları bu ‘sosyal fabrikaları’ Anadolu’nun her yanına yapmayı planlıyordu.



★★★

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, genç Cumhuriyet’in “Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”nın ilk önemli eseriydi. Sümerbank’ın kurduğu ilk Türk basma fabrikasıydı.

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın bir kısım özelliklerinden bahsetmek istiyorum:

Fabrika, balolar, danslar ve partiler düzenliyordu: 1930’ların ortalarına kadar kadınlı erkekli hiçbir toplantıya katılmamış halk, fabrikanın organize ettiği balolar, danslar ve partilerle sosyalleşiyor, özellikle kadın ön plana çıkmaya başlıyordu.

Fabrikada sinema salonu da vardı: 1937 yılında 12 bin kişinin yaşadığı Nazilli’de, bu fabrika bünyesinde 700 kişilik bir sinema salonu açılmıştı. İki defa memurlara, iki defa işçilere ve iki defa da ustalara olmak üzere, haftada toplam altı defa film gösteriliyordu.

Fabrika, kendi içinde bir Halkevi kurmuştu: “Sümer Halkevi” halkı her konuda bilinçlendirmeye çalışmıştı. Bir fabrika bünyesinde açılan ilk ve tek halkevi “Sümer Halkevi”dir. Halkevinin şubelerinde çalışanların büyük çoğunluğu fabrika işçisiydi. Halkevinin, hazırladığı oyunları sergilemesi için fabrika içinde bir sahnesi vardı. Sümer Halkevi biçki-dikiş kurslarında her yıl birçok genç kız meslek sahibi olmuştu. Halkevi civar köylere geziler düzenliyor, köylülerin sorunlarıyla ilgileniyor, köylere ilaç ve sağlık elemanı göndererek hastaların tedavisini sağlıyordu.

Fabrikanın korosu vardı: Fabrika çalışanları arasında bir müzik grubu oluşturulmuştu. Klasik müzik seslendiren grup, Nazilli, Aydın ve Denizli’de konserler vererek çok sesli müziğin Anadolu’da tanınmasını sağlamıştı. Fabrikada yemek aralarında dünya klasiklerinden eserler okuyan bu koro (grup), işçilerin Beethoven dinleme zevkine ulaşmalarını sağlamıştı. Fabrikada, çalmayı bilen işçilerin kullanımlarına açık bir de piyano vardı.

Fabrikanın hamamı vardı: Fabrika bünyesinde kurulan bir hamam, hem işçilere hem de Nazilli halkına hizmet veriyordu.

Fabrikanın ressamları vardı: Resinatörler belli zamanlarda fabrika dışına çıkarak Nazilli ve çevresinin güzel resimlerini yapıyorlardı. Fabrika ressamlarının yaptığı bu tablolar açık arttırmalarda satılıyordu. Resim- heykel sergileri de düzenleyen fabrika Nazilli’de güzel sanatların gelişmesini sağlıyordu.

★★★

Fabrikanın spor kulübü vardı: Fabrikanın bünyesinde kurulan lacivert-beyaz renkli Sümer Spor, futbol, basketbol, atletizm, voleybol, bisiklet, güreş, yüzme, boks dallarında faaliyet gösteriyordu. Sümer Spor futbol Sahası Türkiye’nin ilk ‘alttan ısıtmalı’ futbol sahalarından birisiydi. Ayrıca yine fabrika bünyesinde, basketbol, voleybol sahaları, güreş minderleri, boks ringi, tenis kortu ve paten pisti vardı. Nazilli’de toplumsal kaynaşmayı güçlendiren paten eğlenceleri ve bisiklet yarışları Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın mirasıdır.

Fabrika halka bedava basma dağıtıyordu: Bir sosyal fabrika olarak tasarlanan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, altı ayda bir halka ‘ıskarta basma’ dağıtıyordu.

Fabrikada işçi hakları üst düzeydeydi: Çok sayıda işçiyi barındıran fabrika, işçi haklarına da çok önem veriyordu. “İşçi ve Memur Biriktirme Sandıkları”, “İşçi Ölüm ve Hastalık Yardım Sandıkları” oluşturulmuş, fabrika içinde işçi sağlığını koruyacak 40 yataklı bir hastane, bir eczane, bir de laboratuvar kurulmuştu. Nazilli’nin kâbusu haline gelen sıtma hastalığı fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutulmuştu. İşçilere mesleki eğitim verilen fabrikada ayrıca işçiler için beş sınıflı bir okuma-yazma kursu, daha doğrusu bir küçük okul vardı. ‘Sümer İlköğretim Okulu’ adlı bu işçi okulu 980 öğrenciye sahipti. Ayrıca bir işçi radyosu ve işçi çocukları için 26 yatak ve 40 mevcutlu bir kreş kurulmuştu. İşçiler ve memurlar, fabrikanın hemen önünde özel olarak inşa edilen 264 dairelik ve 1000 kişilik lojmanlarda çok uygun bir ücretle kalıyorlardı. Bekâr işçiler için 350 kişilik bir ‘Bekâr İşçi Pavyonu’ vardı. Lojmanda kalamayan işçi ve memurları şehirden fabrikaya taşımak için düzenli seferler yapan ‘Gıdı Gıdı’ adı verilen mini bir tren kullanılıyordu.

 

★★★

Oradaydım, gördüm.

Fabrika içinde mekanik odası, fizik laboratuvarı, tarım laboratuvarı gibi araştırma geliştirme bölümlerinde, üretimin kalitesini arttırmak için çalışmalar yapılmıştı.

Fabrikanın büyük bir atölyesi vardı. Bu atölyenin demirhanesi, marangozhanesi, dökümhanesi, kaynak ve teneke işleri yapan bir kısmı bulunuyordu. Diğer fabrikaların ahşap parça ihtiyacı olan makine vurucu kolları burada yapılıyordu.

Fabrika, bir dönem hem kendi elektrik ihtiyacını hem de Nazilli kentinin elektrik ihtiyacını kendi bünyesindeki bir elektrik santraliyle sağlıyordu. Dört kazan ve üç türbinli olan bu santral, 2500 kw gücündeydi. Fabrikanın su ihtiyacını karşılamak için bir de su santrali vardı.

İşte Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası... Büyük Atatürk’ün ‘Sosyal Fabrika Projesi’nin ilk uygulamasıydı... İşte genç Cumhuriyetin, halkına, insanına, işçisine bakışı buydu...

★★★

Değerli okurlarım,

Bu atılımların devam etmesi halinde genç Türkiye Cumhuriyeti, hiç kuşkusuz dünyanın süper güçlerinden biri olacaktı. Ama ne yazık ki Büyük Atatürk’ün ömrü vefa etmedi.

Cumhuriyet tarihinin en pırıltılı sayfalarından birini anlatan yukarıdaki satırları, usta romanca, değerli kardeşim Hasan Baran’ın, SÖZCÜ Kitabevi’nce yayımlanacak olan “ATATÜRK’ÜN FOTOĞRAFINA BAKARKEN” adlı romanından alıntıladım.

Atatürk’ü şimdiye kadar hiç okumadığınız bir bakış açısıyla anlatan roman, çok yakında raflardaki yerini alacak.