16 Kasım 1938...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cenazesi, Dolmabahçe Sarayı’nda, Büyük Tören Salonu’ndaki katafalka yerleştirildi. Yurttaşlar, üç gün boyunca gözyaşlarıyla katafalkın önünden geçerek ilke ve inkılâplarının koruyucusu olacağına dair söz verdikleri Büyük Atatürk’e son görevlerini yerine getirdiler.

★★★

19 Kasım 1938...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı, 1924 yılında kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, ikinci Diyanet İşleri Başkanı Ord. Prof. Dr. Mehmet Şerafeddin Yaltkaya’nın gözetiminde yıkandı. Cenaze namazı, Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda yine Prof. Dr. Yaltkaya tarafından kıldırıldı.

Cenaze, Yavuz Gemisi ile İzmit’e, oradan da aynı akşam yurt içi gezilerinde kullandığı trenle Ankara’ya götürüldü.

★★★

20 Kasım 1938...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün trenle Ankara’ya nakledilen cenazesi garda 12 general tarafından top arabasına konuldu. 101 pare top atışından sonra oluşturulan kortej eşliğinde atların çektiği top arabasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde katafalka yerleştirilmek için götürüldü.

Top arabasının üstünde giden Paşamın al bayrağa sarılı naaşına bakarken 29 Ekim 1933 yılında Ankara’da yaptığı Onuncu Yıl Nutku konuşması kulaklarımda çınladı...

“Türk Milleti!

Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.

Kutlu olsun!

Şu anda, büyük Türk Milleti’nin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.

Yurttaşlarım!

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk Milleti’nin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milleti’nin karakteri yüksektir; Türk Milleti çalışkandır; Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk Milleti’nin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. (...)

Türk Milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türküm diyene!..”

★★★

Hep bunlar geliyordu aklıma paşamın top üstünde giden cenazesine bakarken...

Üşüten, donduran, titreten bir acıydı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk vatanından, savaştığı meydanlardan, kurduğu Cumhuriyetten, vatanı emanet ettiği Türk gençliğinden, Cumhuriyetin kuruluşunu bayram olarak hediye ettiği çocuklardan, birlikte yedi düvele karşı savaştığı ulusundan ayrılıyordu.

Gidiyordu önünde savaş meydanları...

“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..”

★★★

Sarsılan gök, yarılan toprak, zekâ, içgüdüsel duygular, özgürlük, bütün çağların düşünceleriyle ve tasarılarıyla karma bir milletin kültür ve töreleri, tarihi, düşü, türküsü, yürek burkulması ve hüzün ve keder ve gözyaşı ve ağıtlar vardı yalnızca...

O sonsuz yolculuğa... Ay’a, güneşe, yıldızlara, toprağa, suya, köklere karışmak için bir top arabası üstünde giden Büyük Atatürk’ün ardından kar yağıyordu hüzünlü uğultularla, halkının gözyaşları kar oluyordu. Günün hangi saatinde olursa olsun Paşamın yanında olmaya alışmıştım.

Şimdi artık bundan sonra onsuz günlerime hep kar yağacaktı.

Veda sözcükleri yerine kar taneleri dökülüyordu dudaklarımdan.

Bir kar örtüsü kaplamıştı yurdun üstünü.

Türkiye kar tanelerine benzeyen gözyaşlarından görünmez olmuştu.

Dünyada emperyalizme karşı ilk savaşı kazanıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cenazesi top arabasının üstünde ağır ağır ilerliyordu.

★★★

Top arabasına bakarken, ne ateş çemberlerinden geçtiğimiz aklıma geldi...

Mustafa Kemal Atatürk, tek bir ağacı kesmemek için Yalova’daki yazlık evi yürütürken de; bozkır Ankara’nın dışında burası çorak, hiçbir şey bitmez dedikleri 58.700 metrekare toprağı kendi parası ile satın alıp, “Burada bir çiftlik kuracağım. Bu çiftlikte hayvanlar yetiştireceğim, bu küçük ormanın kenarında tarım endüstrimize ait bacalar tütecek” derken de, Gazi Orman Çiftliği ağaçlandırılmaya başlandığı zaman, günün birkaç saatini orada geçirirken, yapılanlara bizzat nezaret ederken de... Dua ederken, mevlit okuturken; “Bana yeniden üniformamı giydirtmeyin!” deyip Hatay’ı almak için ültimatom verirken de oradaydım.

★★★

Göğsüne şarapnel parçası yemişliğinde, savaştan savaşa koşmuşluğunda...

Yirmi iki yıl, dile kolay, neredeyse ömrünün yarısını savaş meydanlarında siperlerde cephelerde kahramanca geçirmişliğinde de oradaydım.



Hiç sızısı dinmeyen ayaklarından cepheden cepheye giderken günlerce çizmelerini çıkarmamışlığında, askerleri tayınlarını yemeden sofraya oturmamışlığında; birçok ülke liderini sofrasında ağırlamışlığında da oradaydım.

Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan olduğu zamanlarda...

“Evde yiyecek kalmadı oğul, biraz para gönder” diye mektup yazan anacığına:

“Elimdeki para Milli Mücadele’nin parasıdır. Vatanı kurtarmak için topladık, konunun ehemmiyeti büyük, size şu an para gönderemem anacığım, şimdilik evdeki halıları satın” derken de oradaydım.

Ve tarihin görüp göreceği en yoksul, en çaresiz, ama en dirençli savaşlarından birinde; “Geldikleri gibi giderler” dediğinde de oradaydım.

★★★

Samsun’a çıkışında, Erzurum ve Sivas kongrelerinde, Ankara’ya ilk geldiğinde Ankara Garı’nın olduğu yerde “Direksiyon Binası”nda kaldığı zamanlarda ben oradaydım. Paşamın istasyona bakan çalışma odasında kitap okurken bir yandan da kehribar tespihini sallamasını hiç unutamam.

“Direksiyon Binası” diye anılan, Alman demiryolu şirketinin eski yönetim binası, Paşamın hem çalışma yeri, hem eviydi.

Bir porselen tabağı, bir cam bardağı bile yoktu.

Küflü bakır tabaklar, maşrapalar kalaylanmış onları kullanıyordu.

“Mustafa Kemal Paşa nerede oturuyor?” diye soranlara

“İstasyonda bir binada...” diye cevap verirlerdi.

Ankaralılar daha sonra, şehrin dışında, Çankaya denilen bir yerdeki büyükçe bir eski bağ evini satın alıp Paşama hediye ettiler.

Paşam oraya taşındı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kararlılığını ve hiçbir engelden yılmayışını gösterdiği her yerde ben oradaydım.

Fakat keşke şimdi burada olmasaydım.

Top arabasının üstünde bayrağa sarılı Paşamın cansız halini görmeseydim.

Burada olmasaydım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk gidiyordu top arabasının
üstünde ebediyete...

★★★

Yiğit vakur, kahraman Paşam gidiyordu. Cumhurbaşkanı olduktan sonra askeri üniformasını çıkarmış, bu şerefli üniformayı bir daha tören ve geçitlerde bile giymemişti. Çok sade ve güzel giyinir yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın altın madalyasını takardı. Eşine kolay rastlanmayan bir adamdı. Tehlikeden korkmaz, zorluklardan yılmak nedir bilmezdi. İçgüdü gibi bir şeyin yardımıyla (buna bir isim bulamıyorum, zira başka kimsede benzerini görmedim) bir sorunda neyin ehemmiyetli, nelerin ehemmiyetsiz olduğunu anında ve kolayca kestirirdi. Sorumlulukları ağırdı; ancak paşam bunların hepsini kabul eder, başkalarının sırtına yüklemeye bakmazdı. Aziz Atatürk parlak askerlik kariyerinin dışında, mutlak bir yönetimin küllerinden ve köhne zihniyetinden çağdaş yepyeni bir devlet çıkardı. Felaketlerle dolu bir savaşta artık her şeyin kaybolur gibi olduğu bir sırada Gazi Mustafa Kemal’in Türk halkına inancı bir an bile sarsılmadı. Bu savaş, iftihar verici bir askeri geçmişe sahip bir ulus için çok acı bir denemeydi. İşte Aziz Atatürk, Türk halkının kendi kendine olan güvenini yeniden canlandırdı, muhakemelerini, sağduyularını özgürlüğe kavuşturup güçlerini harekete geçirdi. Eskimiş bir geçmişi gömüp, ulusuna geleceğin kapılarını açtı ve bu halkına sonuna kadar inandı.

★★★

Atatürk bilinçli olarak, yokluğunda uygulanacak bir düzen kurmaya, kendinden sonra sürecek bir hükümet ve yönetim düzeni yaratmaya çalışıyor; görüşlerini baskı yoluyla kabul ettirmekten çok, ilkelerini öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu.

Kurtuluş Savaşı sırasında arkadaşlarıyla hazırladığı tasarıya göre; egemenlik Büyük Millet Meclisi’nindi; halk tarafından seçilen mebuslar dört yılda bir Cumhurbaşkanını seçmekle görevliydi ve Meclis, belli yasama ve yürütme yetkilerine sahipti. Atatürk’ün Büyük Millet Meclisi’ne karşı büyük bir saygısı vardı.

İşte şimdi paşamın bayrağa sarılı cenazesi top arabasının üstünde ağır ağır o çok sevdiği milletinin bağrına, büyük saygı duyduğu Büyük Millet Meclisi’ne doğru gidiyordu.

★★★

Değerli okurlarım,

Yukarıdaki satırları, değerli romancı kardeşim Hasan Baran’ın bu ay içinde SÖZCÜ Kitabevi tarafından basılacak “ATATÜRK’ÜN FOTOĞRAFINA BAKARKEN” adlı romanından alıntıladım.

Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete intikalinin 83. yılında sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.