Değerli okurlarım,

ABD Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını “Ermeni soykırımı” olarak tanımlaması, esasen gayet gergin olan Türkiye-ABD ilişkilerine ağır bir darbe vurdu. Ankara’nın bu iftiraya söylem olarak tepkisi hayli sert olsa da, Washington’la köprülerin atılmamasına özen gösterildi. Misillemelere zamanı gelince başvurulacağı belirtilerek, kamuoyunun dikkatleri, haziran ayındaki  NATO zirvesi sırasında gerçekleşecek Erdoğan-Biden görüşmesine yönlendirildi. Bu arada, bazı yorumcular, Biden’ın konuşmasının önceki 24 Nisan açıklamalarından değişik olduğunu, “soykırım suçunu Türkiye ve Türk Milleti ile ilişkilendirilmemeye dikkat gösteren bir üslupla yazıldığına” işaret ettiler. Bu görüşü öne sürenler, bununla güdülen amacın, Ermeni tarafının tazminat ve toprak taleplerini içeren davalar açmalarını engellemek olduğunu belirttiler.

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la söyleşimizde bu görüşlerin ne ölçüde gerçeği yansıttığını ve Biden’ın körüklediği soykırım iftirasıyla mücadele için Türkiye’nin nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini ele alacağız.

Uğur Dündar-Şükrü Elekdağ


★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, Biden’in açıklamasında Türkiye’ye, Türk Milleti’ne ve Türkiye Cumhuriyeti’ne atıf yapmaması, ABD’deki Ermeni diasporasının Türkiye’ye tazminat ve toprak davaları açmasını engeller mi?

ABD BAŞKANI BIDEN TARİHİMİZİ SOYKIRIM GİBİ İĞRENÇ BİR SUÇLA LEKELEMEYE ÇALIŞTI


ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Önce bir hususu vurgulamak isterim. Biden’in Türkiye’ye yaptığı esas kötülük, tarihimizi tam bir sorumsuzlukla soykırım gibi iğrenç ve suçlar hiyerarşisinin zirvesine yerleşmiş bir suçla lekelemeye yeltenmesidir. Ermeni diasporasının Amerika’da, Türkiye aleyhine tazminat davaları açmasının temelinde, Yunanlıların ‘Megalo İdeası’na benzeyen, fanatik “Hay Dat” (Büyük Ermenistan) hayali yatar. Bu davalarla güdülen esas amaç, parasal olmanın da ötesinde, soykırım iddiasını canlı tutmak ve Türkiye’den toprak taleplerine zemin hazırlamaktır. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, kendisiyle 25 Nisanda röportaj yapan Reuters muhabirleri Dominic Evans ve Orhan Coşkun’a ilginç bir açıklamada bulunmuştur. Buna göre, “ABD yetkilileri Türkiye’ye, Biden’ın 24 Nisan açıklamasının muhtemel tazminat talepleri için hukuki temel sağlamayacağını söylemişler.” Washington’daki sağlam kaynaklar da bana bu hususu teyit ettiler...

(U.D.): Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

BIDEN ERMENİLERDEN TÜRKİYE ALEYHİNE DAVA AÇMAMALARINI İSTESE BİLE SÖZÜNÜ DİNLETEMEZ


(Ş.E.): Aşırı “naif” telakki edilen (sanılan) muhataplara havayı yumuşatmak için söylenebilecek, inandırıcılıktan yoksun sözler bunlar... 2019’da ABD Senatosu’nun oybirliğiyle ve Temsilciler Meclisi’nin ezici oy çoğunluğuyla aldıkları Türkiye’yi sözde soykırımla suçlayan kararlar ortadayken, böyle bir teminata güvenilebilir mi? Önümüzdeki aylarda diasporanın bu tür içerikteki kararlarının Kongre tarafından yasalaştırılması için harekete geçmesi beklenmelidir. Aynı zamanda, örneğin Movsessiyan davası kararı diasporanın açacağı yeni davalara hukuki dayanak teşkil edecektir. Movsessiyan davasında, temyiz mahkemesinin, Movsessiyan’ın tazminat talebini reddetmesinin nedeni, soykırım iddiasının yürütme erki (başkan) tarafından kabul edilmemiş olmasıdır. Konuyu en yakından takip eden ve diaspora ile 35 yıldır göğüs göğüse cansiperane mücadele eden Kaliforniya Türk toplum liderleri, Bülent Başol ve Ergun Kırlıkovalı ile görüştüm. Her ikisi de yüksek mühendis ve kendi firmalarını kurmuş olan gayet başarılı iş adamlarıdır. ABD tarafından Türkiye’ye verilen “teminat” hakkında şunları söylediler: “Böyle bir teminat inandırıcı olamaz. Çünkü ok yaydan çıkmıştır. Bugün artık Başkan Biden, Ermenilerden Türkiye’ye dava açmamalarını ısrarla istese bile, Ermenilerin Biden’ı dinleyeceğini hiç sanmıyoruz. Keşke bu konuda zaman bizi haksız çıkarsa...” Muhataplarım ayrıca, Silikon Vadisi’nde güçlü Türkler bulunduğunu, bunları motive etmek ve mücadelenin içine çekmek amacıyla San Francisco’da bir Başkonsolosluk açılmasını önerdiler.

(U.D.): Biden’ın kötü niyetli ve haksız suçlamasından sonra Türkiye ne yapmalı?

TÜRKİYE ACİLEN ERMENİ PROPAGANDASINI BOŞA ÇIKARACAK İÇ VE DIŞ YAPILANMAYA GİTMELİ


(Ş.E.): Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımı iddiasıyla mücadelede etkisiz kalmasının en önemli nedeni; bu alanda uzun vadeli bir devlet stratejisine sahip bulunmamasından ileri gelmiştir. Ermenilerin iddialarının, belgesiz, kanıtsız, tutarsız ve abartılı olmasına rağmen dünya kamuoyuna mağduriyetlerini inandırmakta sağladıkları büyük başarı, sadece fanatik bir dürtüyle ve planlı bir şekilde çalışmalarından ileri gelmemiştir. Ermenilerin başarısında, Türk tarafının Ermeni saldırısını etkisizleştirecek kesintisiz bir mücadele ortaya koyamamasının payı da büyüktür. Bugün artık geç de olsa Türkiye’nin, Ermeni propagandasıyla mücadele etmek için etkili, yaratıcı ve bilinçli bir strateji ve bunu uygulayacak iç ve dış yapılanmayı acilen oluşturması zorunludur. Bu konudaki önerim şöyledir: Ermeni meselesi günümüzde tarihsel, hukuksal, siyasal, eğitsel (yabancı dilde yayın yapılması, insanlığa karşı suçlar alanında hukukçu yetiştirilmesi), kamuoyu oluşturulması (public relations) ve algı yönetimi (perception management) boyutları olan devasa bir uluslararası ilişkiler sorunu niteliği kazanmıştır. Bu itibarla bu altı çalışma alanını kapsayan uzun vadeli bir stratejik plan ile, bunu uygulayacak iç ve dış kurumsal yapının acilen ortaya çıkarılmasına ihtiyaç vardır.

(U.D.): Algı yönetimi konusunu açar mısınız ?

(Ş.E.): Algı yönetimi, klasik medyadan daha güçlü hale gelmeye başlayan internet dünyasına odaklanıyor. İnternet teknolojileri bilgiye ve habere anında ulaşmada insanlığa paha biçilmez fayda sağlıyor. Ancak, Türkiye’ye hasım lobiler, ülkemizin imajını karartmak için bu imkândan azami ölçüde yararlanarak, sanal ortamların kılcal damarlarına sürekli ülkemize karşı iftiralar ve yalanlar enjekte ediyorlar. Algı yönetimi, bu tür dezenformasyonla mücadele yöntemlerini kapsıyor.

(U.D.): Ermeni iddialarıyla mücadele stratejine dönersek...

(Ş.E.): Türkiye, belirtmiş olduğum altı boyutlu stratejinin oluşturulması ve bu stratejinin uygulanması için gerekli insan kaynaklarına sahiptir. Bu itibarla, bu hususta siyasi irade oluşursa uzun vadeli bir perspektif kapsamında etkili bir strateji oluşturulamaması için hiçbir neden yoktur. İç ve dış yapılanma için kayda değer bir kaynak tahsisi gerekecekse de, bunun Türkiye açından yatırım/hasıla oranı gayet yüksek olacaktır. Bu amaçla ortaya çıkarılacak kuruluşun, devletin bir uzantısı olarak görülmeyen bağımsız nitelikte bir vakıf şeklinde oluşturulması, çalışmalarının akademik özerklik vasfına sahip olduğu inancının yaratılması açısından fevkalade önemlidir. Ortaya çıkarılacak kuruluşun ölçeği ile beşeri ve maddi donanımının, artık Türkiye için küresel bir tehdit ve haysiyet kırıcı bir baskı unsuru niteliğini kazanmış bulunan ve dış politikamıza maliyeti çok ağır olan Ermeni sorunu ile orantılı olması zorunludur.  

(U.D.): Umarım bu önerileriniz iktidar tarafından değerlendirilir...

BIDEN AÇIKLAMASIYLA ABD ANAYASASI’NI 3 KEZ İHLAL ETTİ


(Ş.E.): Burada önemli bir hususu vurgulamak istiyorum. Bu da, Başkan Biden’ın 24 Nisan açıklamasıyla ABD Anayasası’nı ve iç hukukunu üç kez ihlal ettiğidir. Muhakkak resmi kayıt altına alınması gereken bu husus, Hükümet tarafından yapılan açıklamalarda yer almamıştır. Bu üç ihlal şöyle özetlenebilir. Birincisi, ABD Anayasası’nın, Senato tarafından onaylanan uluslararası anlaşmaları ABD iç hukukunun bir parçası yapan VI. maddesinin ihlalidir. Uluslararası bir suç olan “soykırım” 1948 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edilen “BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ile kodifiye edilmiştir. Türkiye’nin 31Temmuz1950’de taraf olduğu bu sözleşme, ABD Anayasası’nın VI. maddesi gereğince, 11 Kasım 1988’de Senato tarafından  onaylanmak suretiyle ABD iç hukuk yapısında soykırım suçunu düzenlemiştir. 140 devlet tarafından kabul edilen ve uluslararası hukukta “jus cojens” (buyruk kural) niteliği kazanan bu sözleşmeye göre, bir eylemin soykırım sayılması için yetkili mahkeme tarafından suçun maddi ve manevi unsurlarının kanıtlanması ve bilhassa suçun özel kasıtla (dolus specialis) işlendiğinin saptanarak yetkili mahkeme tarafından hükme bağlanması gerekir. Osmanlı İmparatorluğu veya yöneticileri hakkında böyle bir dava süreci yürütülmemiş ve yetkili bir mahkeme tarafından suçun işlenmiş olduğu hükme bağlanmamıştır. Bu durumda Başkan Biden, 24 Nisan açıklamasıyla, hem ABD Anayasası’nı, hem de ABD iç hukukunu ihlal etmiş olmaktadır. İkincisi; ABD Anayasası’nın “Beşinci Değişikliği”ni içeren maddesinin ihlalidir. Hukukun temel bir ilkesi olan “masumiyet karinesini” garanti altına alan bu madde, adil bir şekilde yargılanıp bir mahkeme tarafından mahkum edilmeyen “hiçbir kimsenin idam cezasıyla veya kamu ahlakına aykırı bir suçla suçlanamayacağını” öngörür. Başkan Biden, 24 Nisan açıklamasıyla ABD Anayasası’nı ikinci kez ihlal etmiş olmaktadır. Üçüncüsü, ABD Anayasası’nın I. maddesinin 9. bölümünde yer alan “kanunilik ilkesinin” ihlalidir. Bu bölümde, “suç ve eylem sonrasında yürürlüğe giren yasaların” (ex post facto laws) kabul edilmesi ve cezai yaptırımların geçmişe dönük olarak uygulanması yasaklanmaktadır. Bu maddeye göre; işlendiği zamanın hukukuna göre suç teşkil etmeyen bir eylem, sonradan bir kanunla suç olarak kabul edilmesiyle suç oluşturmaz. “Soykırım” bir sözcük, kavram ve kodifiye edilmiş bir uluslararası suç olarak 1915’te mevcut değildi. “Soykırım” bir suç olarak ilk defa BM Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96 (I) simgeli belgesinde tanımlanmıştır. Sonra da 9 Aralık 1948’de kabul edilen BM Soykırım Sözleşmesi ile kodifiye edilmiştir. Bu nedenle, Başkan Biden’ın 24 Nisan açıklaması ABD Anayasası’nın I. maddesinin 9. bölümünün ruhuna da ters düşmektedir.

(U.D.): Kendisini demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün baş savunucusu olarak gören Biden’ın Türk tarihini pervasızca lekelemeye yeltenirken, bunları düşünememesi ülkemize karşı ne denli güçlü bir önyargıyla hareket ettiğini gösteriyor.

ERDOĞAN BU ÜÇ İHLALİ İÇEREN NOTU HAZİRANDAKİ GÖRÜŞMEDE BIDEN’A VERMELİ


(Ş.E.): Belirtmiş olduğum bu üç ihlal, reddi mümkün olmayan gerçekleri yansıtıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu üç noktayı içeren bir notu haziran görüşmesinde yazılı not olarak Biden’e vermeli ve cevap istemelidir. Bu olay, Cumhurbaşkanı’nın ağzından mutlaka dünya kamuoyuna duyurulmalıdır. Biden’ın yaptığı, ABD Anayasası ve iç hukuku açısından yargısız infazdır. Bugüne kadar, yetkili bir uluslararası ceza mahkemesi kararı olmadan hiçbir zanlı soykırımla veya onun kadar ağır bir suç olan “insanlığa karşı suçla” suçlanmamıştır. Nitekim Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi, insanlığa karşı suçlarla suçlanan Alman Nazilerinin ileri gelenlerini suçlu bulmuş ve bunlardan 22 tanesini ölüme mahkûm etmiştir. Keza Ruanda ve Yugoslavya çatışmaları sırasındaki soykırım zanlıları, BM tarafından 1983’te kurulan Ruanda ve Yugoslavya uluslararası ceza mahkemeleri tarafından soykırım suçuyla mahkûm edilmişlerdir. İnsanlığa karşı suçlarla suçlanan Saddam Hüseyin için dahi, hukukun icaplarının yerine getirilmesi amacıyla bir Irak Özel Mahkemesi kurulmuştur.