Demokrasinin olmazsa olmazı sayılan güçler ayrılığı (yasama, yürütme ve yargı) sağlanmış, Anayasa Mahkemesi kurulmuş, yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı getirilmiş, üniversiteler ve TRT özerk kılınmış, kamu çalışanlarına sendika kurma, yurttaşlara önceden izin alınmaksızın gösteri ve protesto hakkı verilmişti.

★★★

Bir bölümünü yazdığım, çağdaş demokratik hukuk devletlerine özgü bu uygulamalar ve haklar, 1961 Anayasası’nda yer almıştı. Ancak ülkeyi yönetenlerin “Bize bol geldi” dedikleri bu güzelim Anayasa, 1971 ve 73’teki askeri müdahalelerde budanmış, 12 Eylül darbesiyle de feshedilerek yerine  bol gelmeyecek (!) yeni bir Anayasa hazırlanmıştı.

★★★

Yıl 1962... Sonbahar...

Öğrenciler, İstanbul Üniversitesi bahçesindeki  Atatürk ve Gençlik Heykeli önünde toplanarak üniversite yönetimince göz ardı edilen haklarının verilmesi  amacıyla gösteriler yapıyorlar. Anayasa’nın sağladığı “önceden izin alınmaksızın gösteri ve protesto yapma” hakkının kullanıldığı, benim de konuşmacılar arasında yer aldığım eylemler günler boyu sürüyor. O yıllarda şiddetin “ş” sinin bile akıllara gelmediği hararetli konuşmalar sırasında, bahçedeki aydınlatma direklerinin birine yaslanıp, sürekli ayva yiyen biri dikkatimi çekiyor.

★★★

Günün birinde evlerimize gitmek üzere arkadaşlarla Vezneciler’e açılan büyük kapıya doğru ilerlerken, koluma ayva yiyen o adam giriyor. “Ne oldu, neden koluma girdiniz” demeye kalmadan “Haydi bakalım Sansaryan”a gidiyoruz” diyor. İçimden “Eyvah, şimdi ben ayvayı yedim” diyorum. Çünkü o tarihlerde Sansaryan Han, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu, işkenceleriyle ünlü bir bina...

★★★

Kapının dışında bekleyen polis jipine doğru ilerlerken “Abi ben ne yaptım ki? Anayasanın yurttaşlara sağladığı izinsiz gösteri yapma hakkımızı kullanarak konuşuyorduk. Hepsi bu. Neden beni götürüyorsunuz” diye soruyorum.

Adam ayvadan son bir ısırık aldıktan sonra gülümseyerek  “Sansaryan’da öğrenirsin” diyor.

★★★

Sansaryan Han’a  geldiğimizde, en üst kattaki 1. Şube’ye çıkıyoruz. O yıllarda terör eylemleri yaşanmadığı için Siyasi Şube’nin adı henüz, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne dönüşmemiş.

Akşama doğru gittiğimiz için, şube kalabalık değil. Kapı girişinin hemen yanındaki odada nöbetçi polisler görev yapıyor. Ayva yiyen polis “Genci getirdim, bundan sonrası sizin” deyip ayrılıyor.

★★★

İşkencenin ne zaman başlayacağın düşünürken, kapıda papyonlu, şık giyimli, babacan tavırlı biri beliriyor. Cüzdanından çıkardığı 2,5 liralık banknotu, şef olduğu anlaşılan kişiye uzatarak “Gence köfte ekmek alın, gece de benim odamdaki koltukta uyusun. İyi nöbetler” diyor. Söylediklerini ayakta dinleyen memurların hepsi “Baş üstüne müdürüm” deyince, papyonlu kişinin Siyasi Şube Müdürü olduğunu anlıyorum.

★★★

Müdür gidince şef “Bak delikanlı” diyor. “Korkma, sana kötü bir şey olmayacak. Seni almamızın nedeni, konuşmalarınla heykelin önünde toplanan öğrencileri etkiliyorsun. Seni birkaç günlüğüne oradan uzak tutarsak, arkadaşlarının dağılacağını düşündük. Şimdi rahatla...”

★★★

Acaba  gerçek niyetlerini gizliyorlar mı diye düşünürken, köfte ekmeğim geliyor. Onlara da nöbetlerde verilen kaşar peynirli sandviç ve ayranlar dağıtılıyor. Bununla da yetinmeyip bana çay söylüyorlar. Doğrusu sandviçe talim eden polisleri gördükçe, köfteler boğazımdan geçmiyor!..

Bir süre sonra kendi aralarında kağıt oynamaya başlıyorlar. Ben de tabelayı tutuyorum.

Gece yarısına doğru esnemeye başlayınca şef  “Haydi delikanlı seni yatacağın yere götüreyim” diyor. Koridora çıkıp büyükçe bir odaya girer girmez, buranın papyonlu müdürün makam odası olduğunu anlıyorum. Uzunca bir maroken koltuğun üzerine çarşaf serilmiş. Şef ayrılınca ayakkabılarımı  çıkarıp yumuşacık maroken koltuğa uzanıyorum. Ama gözümü uyku tutmuyor. Çünkü içimde bir ses sürekli olarak “Şimdi gelip seni işkenceye götürecekler” diyor.

★★★

Uyuyamayınca doğrulup, nöbetçilerin bulunduğu odaya dönüyorum. Bir de ne göreyim; hepsi tahta masaların üzerine uzanıp uyumamışlar mı?..

Tekrar makam odasına yöneliyorum. Bu kez de vicdan azabından uyuyamıyorum. Çünkü gözümü kapattığımda tahta masalara uzanmış polisleri görüyorum!..

★★★

Hiç uyuyamadan geçirdiğim gecenin sabahında şef gelip beni tekrar nöbet odasına götürüyor.

Karşısına oturtup “Senin ifadeni bile almayacağız. Jipe binerken de söylediğin gibi, anayasal hakkınızı kullanıyorsunuz. Ama oradan birkaç günlüğüne uzaklaşırsan memnun oluruz” diyor. Arkadaşlarımı satmayacağımı, hakkımızı alıncaya kadar gösterilere devam edeceğimizi, zira taleplerimizin çok masum olduğunu söyleyince” de “Müdürümüz o haklarınızın verilmesi için ilgililerle konuşacak” diye cevap veriyor.

Sonra gece boyu çok zor koşullar altında görev yaptıklarına tanık olduğum polislere tek tek veda edip Sansaryan Han’dan ayrılıyorum...

Çok geçmeden taleplerimiz kabul ediliyor, eylem de sona eriyor...

★★★

Önceki akşam Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni Anayasa yapmaktan bahsederken, Türkiye’nin en zeki, en çalışkan gençleri arasında yer alan ve Anayasa’daki haklarını kullanarak yeni rektörün atanma biçimini protesto eden Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri şiddet uygulanarak gözaltına alınıyorlardı.

O görüntüleri seyrederken geçmişten bugüne bir anılar köprüsü kurdum.

1962’den 2021’e...

Anayasal güvenceler ve haklar bakımından ne kadar geri gitmişiz değil mi?..