Nisan-Mayıs-Haziran aylarında, geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 21,7 oranında büyümüşüz!

Halkın fark etmediği, cebine giren paranın cüzdan yakan pahalılık nedeniyle hemen eridiği bu büyüme türüne bağımsız ekonomistler eskiden “hormonlu büyüme” derlerdi.

Şimdi ise “zehirli büyüme” olarak tanımlıyorlar.

Nedenine gelince:

Nasıl ki bir organizma hormonu yiye yiye toksin ve zehir üretmeye başlıyorsa, bizim ekonomik büyüme modelimiz de toplamda ülkenin dış borcunu artırıyor, halkın gelir seviyesini düşürüp daha da fakirleştiriyor. Oysa ekonomide gerçek büyüme, o ülkede yaşayan herkesin gelirinin az ya da çok artması, işsizliğin azalması anlamını taşıyor.

Türkiye’de ise tersi oluyor.

★★★

Doğru Parti’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Meriç Köyatası dostum, “zehirli büyümenin”  ayrıntılarını ve bu “çıkmaz sokaktan” kurtuluşun yolunu şöyle özetliyor:

“Bu sistemde büyümek için dış açık vermeye devam ediyorsunuz. Dış açığı kapamak için de borçlanmaya mahkum oluyorsunuz. Böylece büyüdük diye seviniyorsunuz ama, büyüdükten sonra ödediğiniz borç faizi, elde ettiğiniz gelirden fazla çıkıyor. Yani borcunuz sürekli artıyor ve ülke olarak fakirleşiyorsunuz.

★★★

Bir de bu büyümeden kimlerin ne kadar pay aldıkları çok önemli.

Yüzde 21.7 büyümüşsünüz ama çalışanların büyümeden aldığı pay yüzde 37’den yüzde 33’e düşmüş!

Bırakın refah artışını ya da mevcut durumu korumayı, ekonomi büyürken, çalışanlar daha da fakirleşiyor ve sefalet artıyor. İşte “zehirli büyüme” böyle bir şey!..”

Meriç Köyatası, yüzde 21,7 lik büyümeyi analiz ederken okurların dikkatini 4 önemli noktaya çekiyor:

★★★

1- 2017’den itibaren, geçen yılın aynı dönemi de dahil olmak üzere, ekonomi sürekli küçülmüş. Bu yılki büyüme, 100 metrelik kuyuya düşen bir kişinin, 20 metre zıplamasına benziyor. Yani zıplıyor ama hâlâ çukurda!.. Rakamlar geçen yılın aynı dönemdeki üç ayına göre yüzde 21.7 büyüdüğümüzü gösteriyor, ama bir önceki üç aya (Ocak-Şubat-Mart) baktığımızda karşımıza sadece binde 9’luk (Yüzde 0.9) bir büyüme çıkıyor! 2020’nin son çeyreğine göre ise yüzde 9’luk küçülme!..

★★★

2- Büyüme, bugün için geçerli fiyatlarla değil sabit fiyatlarla ölçülür. Bunun için enflasyonu hesaba katan deflatör kullanılır. TÜİK’in yüzde kaç enflasyona göre deflatör kullandığını bilinmiyor. Bunun neden önemli olduğunu da anlatayım: Eğer enflasyonu düşük ölçerseniz, büyüme yüksek çıkar. TÜİK’in burada hiç hileye başvurmadığını kabul etsek bile, tüketici fiyatları ile enflasyon yüzde 19, üretici fiyatları ile enflasyon yüzde 44... TÜİK büyüme deflatörü olarak hangi oranı kullandı? İkisi arasında dağlar kadar fark olunca, milli gelir ve büyüme hesabı da doğal olarak gerçeği yansıtmaz. Ayrıca insanların sokakta, çarşıda, pazarda hissettiği ve yaşadığı gerçek enflasyon var ki dayanılacak boyutta değil!

★★★

3- Büyümenin kalitesi ve sürdürülebilir olması da çok önemli... Yani bir ekonomi kendi kaynakları ile mi büyüyor, yoksa borçlanarak ve varlık satarak mı büyüyor? Eğer kendi tasarrufları yetmediğinden borçlanmak zorunda kalıyor ve sağladığı ekonomik büyüme ile hem refah seviyesini yükseltip hem de aldığı borçları rahatlıkla ödeyebiliyorsa, bu büyüme sürdürülebilir ve refah artışı sağlayan büyümedir. Ama ekonomik büyüme için, ya da kişisel ekonomik faaliyetinizde eğer dışarıdan borç alıyor ve büyümüş görünmenize rağmen borcunuz artıyorsa, zenginleşmiyor, fakirleşiyorsunuz demektir. (Dünyada faizler yüzde 0 seviyesinde iken Türkiye’de yüzde 22-25 seviyesinde kredi faizleri var.) Döviz  cinsinden borçlanma yüzde 6 ile 10 arasında değişiyorsa, Türkiye ekonomik faaliyetlerini artırdıkça borç batağına giriyor demektir. 2020 yılında merkezi yönetimin toplam borç stoku 1 trilyon 813 milyar lira iken, 2021 yılı haziran ayında 2 trilyon 27 milyar liraya yükselmiş. Türkiye’nin toplam dış borcu 2020 sonunda 450 milyar dolar iken, 2021 Haziran ayında 448 milyar dolar seviyesinde kalmış. Bankalardaki krediler artmış ama sorunlu kredilerin oranı yüzde 14 gibi rekor seviyeye ulaşmış.

★★★

En önemli konu; büyümek için dış açık vermek, dışarıya borçlanmak zorunda kalmak!

Dış ticaretiniz açık veriyor. Bu açığı da dış borçla ya da varlık satışı ile karşılıyorsunuz. İşte ülke olarak esas fakirlik burada başlıyor. Yüzde 21.7’lik büyüme için “ihracatımız arttı” diyorlar. Evet, ihracat arttı ama ithalatımız ve dış ticaret açığımızda anlamlı bir değişiklik yok ki!..

Ekonomik büyüme için dış açık vermek zorunda kalınca, fazladan faiz ödeyecek, büyümeden elde ettiğiniz geliri, Türkiye’ye borç veren yabancı bankalara aktaracaksınız. Bunun en basit anlatımı; uluslararası finans sisteminin Türkiye ve Türkiye gibi ülkeleri sömürmesidir.

★★★

Neoliberal küresel sistemin çalışma esası şudur:

“Borçlandır. Kendine bağımlı kıl. Rekabet gücünü boz ki sadece sanayi ürünlerini değil, tarım ürünlerini bile ithal etmek zorunda kalsın.

İthalatla ve borçla büyüsün ki, büyümeden elde ettiği geliri faiz olarak sana geri ödesin. Böylelikle hem ithalatla hem de faizle sömürebildiğin kadar sömür!..”

★★★

4- Ekonomi büyüdü ama bu büyümeden yurt içinde kimler ne kadar pay alıyor? Geçen senenin ikinci çeyreğinde işgücü milli gelirden yüzde 37 oranında pay alırken, bu yıl emeğin payı yüzde 33’e düşmüş. Dört puanlık ciddi bir düşüş var. Oysa yüzde 21.7’lik büyümeden işgücünün bir refah artışı sağlaması gerekirdi. Nerede bu pay?

Refah artışını bir yana bırakalım, gerilemiş. Çalışanlar daha da fakirleşmiş. Bunca büyümeye rağmen işsizlik oranında gözle görülür bir düzelme olmamış.

Karlar ise yüzde 42.8’den yüzde 49.8’e çıkıp, 7 puan artmış. Genel olarak kar deyince bunun içine küçük esnaf ve küçük işletmeler de giriyor. Oysa küçük esnafın ve KOBİ’lerin hali ise ortada. Belli ki, küçük bir sermaye kesiminin kârı artmış, gelir dağılımı ve servet dağılımı daha da bozulmuş. Ekonomi büyümüş, toplumda sefalet artmış, dış ticaret açığı nedeni ile toplumun borcu çoğalmış.

★★★

Peki bu çıkmaz sokaktan kurtulmanın yolu ne?

Burada sözünü ettiğimiz üçüncü ve dördüncü noktayı ekonomistler, “gelişmekte olan ülkelerin orta gelir tuzağına düşmesi” olarak tanımlıyorlar. Oysa bu tanımlama yanlış. Ortada tuzağa düşmek falan yok. Sistemin kendisi tuzak! Sistem, gelişmekte olan ülkeleri, “çıkmaz sokağa” itiyor. Böyle bir çıkmaz sokağa girmeden, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için planlı bir kalkınma anlayışı ile ve kendi kaynaklarınızla çalışmanız gerekiyor.

Bu fakirlik kıskacından kurtulmak ve refaha erişmek biraz meşakkatli ama çok da zor değil!..

Yeter ki gerek ülkeyi, gerekse ekonomiyi yönetme görevi, liyakat sahibi ve dürüst kadrolara verilsin.