Elekdağ, 1975’te ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başladığını hatırlattı. “O dönem Türk Hükümeti, ABD’ye verdiği nota ile askeri yardımın 30 gün içinde başlamaması halinde tesislerin kapatılacağını bildirdi ve kapadı. Baskıya boyun eğmedi” dedi.

Değerli okurlarım,

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan’daki “soykırım” açıklamasını “mesnetsiz, haksız, hakikatlere aykırı” olarak niteledikten sonra; “Tarihi ve hukuki ifadesi olmayan bu söylemler milletimizi ve bizi üzmüştür” dedi. Ayrıca, “ABD yanlışından dönmeli. Hazirandaki görüşmemizde (14 Haziran  NATO  Zirvesi) bu konuları konuşacağız” diyerek, Biden’ın suçlamasını karşılıksız bıraktı. Batı medyası Cumhurbaşkanı’nın bu tutumunu, “Erdoğan çekingen konuştu, misillemeden ve İncirlik Üssü’nü ABD’ye kapatma yolundaki eski tehditlerinden söz etmedi” diyerek değerlendirdi. CHP’nin tepkisi; “Biden’la NATO zirvesinde görüşme randevusu uğruna ülkemizin tarihine leke sürülmesine göz yumulmuştur” şeklinde oldu. Bu tartışma ortamında İYİ Parti’nin önde gelen kurmaylarından Aytun Çıray da “1975’te ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması üzerine, Demirel’in hükümet kararıyla ülkemizdeki tüm Amerikan üslerini kapattığı ve 5 bin Amerikan askerinin ülke dışına çıkarıldığını” dile getirdi ve “Tepki böyle verilir, gerisi laftan ibaret” dedi. “Soğuk Savaş” yıllarında ve Türkiye’nin ağır bir dış tehdide maruz kaldığı bir dönemde alınan ve cesur olduğu kadar riskli de olan bu karar, siyasi tarihimizin kritik ve ibret alınacak bir safhasını yansıtıyor. O dönemde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la bugünkü söyleşimizde, Demirel’in bu tarihi kararını ele alacak ve bundan ne gibi dersler çıkarılabileceğini irdeleyeceğiz.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, ABD Kongresi’nin, 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesini bahane ederek ülkemize silah ambargosu uygulaması ne gibi sonuçlar doğurdu?

O DÖNEMDE MUHALEFET GÜÇLÜ, BASIN DA ÖZGÜRDÜ

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): ABD Kongresi’nin askeri yardıma koyduğu ambargo, 5 Şubat 1975’te yürürlüğe girmişti. Bu tarihten önce Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı, hükümete, ambargonun önlenmesi amacıyla Washington nezdinde sürdürülecek girişimlerden sonuç alınamaması halinde, Türkiye’deki Amerikan askeri tesislerinin hukuki dayanağı olan 1969 “Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması”nın (OSİA) feshedilmesi ve sonra da tesislerin kapatılması yolunda öneride bulunmuşlardı. Ancak, bu sırada Türkiye güvenoyu alamamış Sadi Irmak Hükümeti tarafından yönetiliyordu. Bu nedenle ABD’ye karşı bir politika oluşturulamadı. 31 Mart 1975’te Demirel, Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni kurdu. Tahmin edileceği üzere, yeni hükümetin karşılaştığı en önemli sorun, ABD silah ambargosu karşısında nasıl bir tutum izleneceğiydi. O dönemde muhalefet çok kuvvetli, basın da özgürdü. Gemi azıya alan muhalefet Başbakan Demirel’i hedef tahtasına oturtmuştu. Bir süre “Morisson” adlı bir ABD şirketinde çalışmış olduğu için “Morisson Süleyman” diye adlandırılan Demirel’in siyasi kariyerini Amerikan desteğiyle yaptığı iddia ediliyor ve bu hüviyetiyle Demirel’in asla Washington’a karşı çıkmaya cesaret edemeyeceği ileri sürülüyordu. Basın da bu doğrultuda aşırı küçültücü yayın yapıyordu.

(U.D.): O dönemdeki ABD yönetiminin tutumu nasıldı?

(Ş.E.): “Watergate Skandalı” nedeniyle Başkan Nixon’un istifasının ardından Başkan Yardımcısı Gerald Ford başkanlık koltuğuna oturmuştu. Ancak Vietnam fiyaskosu ve skandal dolayısıyla yönetim gücünü kaybetmiş ve Kongre, dış politikaya el koymuştu. ABD Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon, ambargoya karşı çıkıyor ve Türkiye’nin yanında yer alıyorlardı. Demirel bizzat Başkan Ford ve Dışişleri Bakanı Kissinger ile yaptığı görüşmelerden bir sonuç alamayınca, Türk Hükümeti, 17 Haziran’da ABD’ye verdiği bir nota ile askeri yardımın 30 gün içinde başlatılmaması halinde tesislerin kapatılacağını bildirdi. Kissinger notaya sert bir açıklamayla karşılık verirken “Kimse Amerika’yı tehdit edemez. Amerika şantaja boyun eğmez” dedi. Ne var ki, 25 Temmuz 1975 günü toplanan hükümet, ülkemizdeki tüm ABD tesislerini -NATO’ya hizmet veren İncirlik ve Beldibi hariç- kapatma kararını aldı. Bu tesisler TSK’nın denetimine verildi. Tesislerdeki 5 bin asker ve personel de Türkiye’yi terk etti...

SOYKIRIM TEZLERİNE KARŞI TÜRKİYE NE YAPMALI? Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı. “Ermeni iddiaları ile mücadelede siyaset yolu kapanmıştır. Hukuk yoluna başvurmamız gerekiyor” dedi.


(U.D.): Türkiye’nin bu kararına ABD’nin tepkisi ne oldu?

ABD BÜYÜKELÇİSİNİN AĞZI BİR KARIŞ AÇIK KALDI

(Ş.E.): Şaşkınlık oldu. Çünkü onlar da “Morisson Süleyman”dan böyle radikal bir tutum beklemiyorlardı. Tesisleri kapatma kararının ABD Büyükelçisi Macomber’e bildirildiği günü çok net hatırlıyorum. O günün akşamı ABD Büyükelçisi William Macomber, Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in makamına çağırıldı. Çağlayangil, Büyükelçi’ye Türk Hükümeti’nin Türk-ABD güvenlik ilişkileri alanında önemli bir karar almış olduğunu belirttikten sonra, “Şimdi Genel Sekreter (Müsteşar) Elekdağ size bu kararın İngilizce tercümesini okuyacak, sonra da ben sorularınıza cevap vereceğim” dedi. Ben, bir yandan metni okurken, diğer yandan da gözümün ucuyla Macomber’e bakıyordum. Hükümetin tesislerin kapatma kararına ilişkin cümleyi okuyunca birden Macomber’in çenesinin aşağı düştüğünü ve ağzının açıldığını gördüm. Şaşkınlık geçiren insanlarda bu olağan bir şey... Ama tanık olduğum olay bambaşkaydı. Profesyonel bir diplomat karşımızda ağzını açmış, poz verir gibi duruyordu. Bu durum hayli uzun sürdü, belki 30-40 saniye. O arada İhsan Sabri Bey’le göz göze geldik... Ben kararı okurken Büyükelçi kendini toparladı. Rahmetli İhsan Sabri Bey’le o günü yıllar boyu hep hatırlamışızdır. Aradan yıllar geçti... ABD’ye Büyükelçi olarak atanmamdan bir süre sonra artık emekliye ayrılmış olan Macomber’le buluştuk. Sohbetimiz kaçınılmaz olarak ambargo konusuna intikal etti. Macomber’in söylediklerine bakılırsa, Kongre ambargo kararını alınca Pentagon telaşlanmış ve Türklerin tesislerin faaliyetine son vermesi halinde,  ABD istihbaratında büyük boşluk doğacağını ve Amerika’nın güvenliğinin ciddi zarar göreceğini belirtmiş. Fakat Demirel’in ABD’ye kafa tutmayı göze alamayacağı inancını taşıyan Washington’daki “Türkiye uzmanları” (!) endişeye mahal olmadığını vurgulamışlar. Bunlar, “Türkiye, Sovyet tehdidini en yoğun şekilde hisseden bir ülke. Amerika’ya sırtını dönmesi zor. Bu durumda Türk Hükümeti, esasen görev dışı bırakılması planlanan birkaç tesisi kapatmak suretiyle halkın gözünü boyar, fakat Sinop ve Diyarbakır gibi kilit tesislere el sürmeye cesaret edemez” görüşünde ısrar etmişler...

ÜSLERİN KAPANMASIYLA ABD KÜRESEL İSTİHBARATININ YÜZDE 45’İNİ KAYBETMİŞ OLDU

(U.D.): Özellikle “Soğuk Savaş” döneminde istihbaratın öneminin artmasına rağmen ABD’nin yaklaşık dört yıl süreyle ambargoyu sürdürmesini anlamak zor...

(Ş.E.): Dört yıl boyunca Ankara ile ABD kongresi arasında bir bilek güreşine tanık olduk. Kongre, ambargoyu kaldırmak için Kıbrıs sorununa Yunanistan’la Rumları tatmin edecek bir çözüm bulunmasını şart koştu... Ankara bu baskıya boyun eğmedi ve tesislerin açılmasını askeri yardımın başlatılmasına bağladı. Sonuçta Kongre, 3 Ekim 1978’de kararından çark edip askeri yardımı başlatma zorunluğunu duydu. Bunun üzerine Ankara, askeri tesislerin faaliyetine izin verdi. Bu dönemde ABD’nin istihbarat alanındaki kayıpları küresel istihbaratının % 45’i civarındaydı. Kapatılan üsler arasında ABD’nin Sovyetler Birliği’nden önemli istihbarat bilgileri topladığı “ELINT” (elektronik istihbaratı) ve “COMINT” (muhabere istihbaratı) tesisleri de vardı. ABD, “COMINT” ile Varşova Paktı kuvvetlerinin savaş düzenleri ve konuşlandırılmalarını saptıyor, “ELINT” ile de Moskova’nın atom başlıklı kıtalararası füzelerini daha da geliştirmek amacıyla yaptığı deneyimleri izliyordu...

(U.D.): Akıl almaz bir durum bu. ABD gibi global liderlik iddiasında bir devlet nasıl olur da küresel istihbaratının yarısını kaybetmeyi göze alabilir? Rum/ Yunan lobisi bu kadar güçlü mü?

(Ş.E.): Hayır tek başına güçlü değil... Ama Yahudi lobisi tarafından desteklendiği zaman ABD dış politikasını etkileyecek bir ağırlık kazanıyor... Bundan Türkiye’nin çıkaracağı çok önemli dersler var. Bu nedenle duruma biraz daha netlik kazandırayım. “Soğuk Savaş” döneminde dünya barışı dehşet dengesine dayanıyordu. O dönemin iki bloklu dünyasında, taraflar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için nükleer başlıklı kıtalararası balistik füze imali yarışına girmişlerdi. Bu ortamda taraflardan birinin nükleer silaha başvurması halinde, diğerinin de buna anında karşılık vermesi ve sonuçta sadece ABD ile Rusya’nın değil, tüm dünyanın yok olması kaçınılmazdı. ABD ile Rusya, böyle bir durumu önlemek için uzun müzakerelerden sonra 1972’de “SALT - II” denilen “Stratejik Silahların Sınırlandırılması Antlaşması”nı imzaladı. Antlaşma silahlanma yarışına son verilmesini öngörüyor ve tarafların sahip olabilecekleri balistik füze sayısını 2250’ye indiriyordu.  ABD, Türkiye’deki üslerde bulunan devasa radar sistemleri ile Azak Denizi’nin kuzeyindeki “Kapustin Yar” mevkiindeki Sovyet balistik füze denemelerini izliyor, bu şekilde Sovyetlerin anlaşmaya riayet edip etmediklerini kontrol ediyordu.

(U.D.): Vurgulamak istediğiniz hususu biraz açar mısınız?..

SOĞUK SAVAŞ YILLARINDA TÜRKİYE’DEKİ ÜSLER ABD İÇİN HAYATİ ÖNEMDEYDİ

(Ş.E.): Vurgulamak istediğim husus, Kissinger’ın “SALT-II” müzakerelerinde Rusları aldattığıdır. ABD daha 1968 yılında çok başlıklı füzeleri icat etmişti. Bu sistemde tek bir balistik füze her biri değişik bir hedefe yöneltilebilen 7 ile 10 tane 170 kilotonluk başlık taşıyordu. Bu silaha, “Multiple Independently Targetable Re-entry Vehicle” (MIRV) deniyordu. Kissinger müzakerelerde bunu açıklamamış ve “MIRV”leri Ruslara tek bir füze olarak kabul ettirmişti. Bu şekilde Kisssinger, terör dengesini çarpıcı bir şekilde ABD lehine değiştirmişti. Bu nedenle Türkiye’deki istihbarat tesisleri ABD için daha da önem kazanmıştı. Zira Washintgon, terör dengesinde üstünlüğünü muhafaza etmek istiyordu. Bunun için de Sovyetlerin “MIRV” teknolojisini geliştirip geliştirmediklerini izleyebilecekleri en uygun yer Türkiye idi.

ERMENİ İDDİALARINA CEVAP VERME KONUSUNDA SİYASET YOLU ARTIK KAPANMIŞTIR

(U.D.): Türkiye’nin bundan çıkaracağı ders ne olmalı?

(Ş.E.): Düşünün bir kere... Süper güç Amerika, Sovyetler Birliği’ne stratejik üstünlüğünü muhafaza etmek için Türkiye’deki istihbarat tesislerine kuvvetle ihtiyaç duyuyor. Ancak, Rum ve Yunanlıları destekleyen Yahudi lobisi, ABD’yi  bu imkandan -hem de 4 yıl boyunca- mahrum edebiliyor!.. Bugün de bu iki lobi birleşip karşımıza çıktığı zaman, Türkiye’nin çıkarlarının çıkmaza gireceğini bilmeliyiz. Bu hususu özellikle Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusunda karşılaştığımız sorunlar açısından vurgulamak istiyorum. İsrail’i karşımıza aldığımız sürece bu konuda meşru haklarımızın savunulmasında çok zorlanacağımızı bilmeliyiz. 1975-1978 silah ambargosu deneyimimiz bu söylediklerimin en çarpıcı kanıtıdır.

TÜRKİYE BIDEN’A HUKUK YOLUYLA CEVAP VERMELİ

(U.D.): Ankara, Biden’a nasıl bir karşılık vermeli?

(Ş.E.): Bugünün konjonktürü Demirel döneminkinden çok farklıdır. Ankara-Washington hattında sıcak gelişmelere yol açacak birçok netameli sorun varken ve bunların nasıl gelişeceği belli değilken, İncirlik’in bu aşamada gündeme getirilmesi hatalı olur. Ayrıca bugünün şartlarında İncirlik’in kapatılması ABD’den çok Türkiye’ye zarar verir. Ermeni iddiaları ile mücadelede siyaset yolu da kapanmıştır. Hukuk yoluna başvurmamız gerekiyor. Bu konuyu bundan sonraki söyleşimizde ele alabiliriz.