Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel salgın sürecinde ABD ve Almanya gibi dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile ekonominin büyük ölçüde daraldığını, buna karşılık Türkiye ekonomisinin bu zor günlerde büyüme başarısını gösterdiğini söylüyor. Gerçekten de devletin resmi istatistik kurumu TUİK’in verilerine göre ekonomimiz 2020 yılında yüzde 1.8 büyümüş durumda. Peki, kulağa hoş gelen ve bir yurttaş olarak gurur duymamızı sağlayan bu açıklamalar ne kadar gerçekçi? Ayrıca büyüme ne kadar sağlıklı?

★★★

AKP iktidarının ilk yıllarında sağlanan yüksek büyüme hızlarına, iş dünyası, ekonomiyi sadece borsa ve piyasa diye gören borsa ve banka ekonomistleri alkış tutarken, azınlıkta kalan bazı gerçekçi ekonomistler bu büyümeye “hormonlu büyüme” diyorlardı. Bu tanımlamayı ilk yapan ekonomistlerden biri de Meriç Köyatası idi. (13 Aralık 2005, Akşam Gazetesi.)

Aynı Meriç Köyatası, geldiğimiz noktada “hormonlu büyüme” tanımlamasını toksin üreten “zehirli büyüme” olarak değiştirdiğini söylüyor. Nedenini de şöyle açıklıyor:

★★★

“Normalde, ekonomik büyüme iyidir. Bir yıl içinde bir ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin sabit fiyatlarla ölçüldüğünde arttığı anlamına gelir. Ekonomi büyüdükçe, o ülkede insanların geliri, zenginliği, refahı artar. Yatırımlar çoğalır, işsiz insanlara yeni iş kapıları açılır, işsizlik azalır.

AKP’nin ilk döneminde ekonomi, inşaata ve ithalata dayalı olarak büyüyordu. Yüksek faiz nedeniyle döviz kuru düşüktü. İthalat ucuzdu. Türkiye üretmeden, dış açık vererek, dış borcunu artırarak ithalatla ve bulduğu parayı betona gömerek, inşaatla büyüdü. Başlangıçta bu büyüme bir miktar refahı artırıyordu ama sürdürülmesi mümkün değildi. O yüzden ben o dönemki büyümeye ‘hormonlu büyüme’ adını vermiştim.

★★★

Şimdi ise ekonomi, hormonu yiye yiye, toksin üretir hale geldi. Hormonlu büyüme, yerini ‘zehirli büyümeye’ bıraktı.

Neden zehirli büyüme? Çünkü ekonomi büyüdükçe ihracat değil ithalat artıyor. İşte bakın bu sene büyüdük ama ihracat yüzde 15 geriledi. Buna karşılık ithalat yüzde 7 arttı. Ekonomi büyüdükçe, Türkiye’nin dış açığı artıyor, borcu artıyor. Zenginleşiyorum diye hava atıyorsun ama baktığında borcun artıyor, fakirleşiyorsun.

★★★

Cari açık 9 milyar dolardan 35 milyar dolara çıktı. Dolarla ölçtüğün zaman kişi başına milli gelir 9213 dolardan 8599 dolara gerilemiş.

Ekonomi büyüdükçe işsizlik azalır, insanlar iş bulur. Bizde ise tam tersi! İşsizlik almış başını gitmiş, yüzde 28’i bulmuş. Ekonomi büyürken, bırakın insanların yeni iş bulmasını, salgın nedeniyle işten çıkarmaların yasak olmasına rağmen, çalışan nüfus sayısı 1 milyon 300 kişi daha azalmış. Bir o kadar nüfus daha çalışma çağına gelmiş.

★★★

Büyüdükçe borç batağına batıyorsun, büyüdükçe insanlar bırakın iş bulmayı, işini kaybediyor. İşte bu, büyümenin içindeki en büyük zehir!..

Zehir bununla kalsa iyi... Dahası ve hatta beteri var. Kaliteli bir büyüme için hem hane halkının geliri artacak, hem de tüketimi. Bu tüketim artışına bağlı olarak da yatırımlar ve üretim artacak... Hane halkının tüketimi yüzde 3.2 artmış. Ama geliri artmış mı? İş gücüne yapılan ödemeler milli gelirin yüzde 34.8’i iken yüzde 33’e düşmüş. Çalışanlar, bu ekonomik büyümeden bırakın pay almayı, mevcut payları azalmış. Küçük bir azınlık zenginleşmiş, çoğunluk fakirleşmiş...

★★★

Ekonomik durgunluğu aşmak için, basiretli yönetimlerin olduğu ülkelerde halka gelir transfer edilir. Gelir desteği sağlanarak geliri artırılır. Halk da tüketimini çoğaltır, piyasa canlanır, sanayici üretimini artırır, yatırım yapar. Ama bizde tersi olmuş. Gelir azalmış, buna karşılık tüketimi artırmak için ucuz faizle tüketici kredileri dağıtılmış. Tüketiciler de bu kredilerle gitmiş otomobil satın almışlar, altın ithal etmişler!

★★★

Başta kamu bankaları olmak üzere o kadar hesapsız kitapsız kredi dağıtılmış ki, bu krediler geri dönmüyor. Bankalar batık kredilerin peşine düşmekten korkuyor, batık kredileri zorla yüzdürmeye çalışıyor. Bankalar Birliği’ne göre batık krediler ile batmamış görülen ama geri ödenemeyen kredilerin toplamı 500 milyar lirayı buldu. Tüketimi, halkın gelirini artırarak değil de kredi ile artırırsan, bu da başlı başına bir toksin kaynağı olur, ekonomiyi zehirler.

★★★

Peki bu kadar durgunluğa rağmen bu yüzde 1.8 büyüme nereden kaynaklanıyor? Büyümenin iki motoru görülüyor. Bir tanesi bankacılık kesimi. Yüzde 21 büyümüş ama öz sermayeleri artacağı yerde batık kredileri çoğalmış.

Bir diğer kalem var ki evlere şenlik. TUİK’e göre Türkiye’de sabit sermaye yatırımları yüzde 6.5 artmış. Ne demek sabit sermaye yatırımları? Ekonomide her şey iyi gidiyor. İş adamları bakmış piyasa canlı. İşler tıkırında, yeni fabrikalar yapalım, üretimi artıralım... Kulağa hoş geliyor ama böyle bir şey yok!..

Sabit sermaye yatırımlarının yüzde 6.5 artması demek, Türkiye’nin dört bir yanında yeni fabrikaların yapılması, yeni otellerin yapılması demek. Yapılan yeni fabrika inşaatı gören var mı? Yok... Yeni otel yapımını bırakın, Türkiye’deki turistik otellerin yarısından fazlası bankalar yoluyla icradan satılık hale düştü düşecek.

Bankalar ucuz dövizle tüketici kredisi dağıttı demiştik ya. İnsanların bir kısmı o düşük faizle gitti altın aldı, Türkiye’nin altın ithalatı patladı. Üstelik o altınların bir kısmı yastık altında duruyor. TUİK, tüketici kredileri ile yapılan altın ithalatını gayrisafi sabit sermaye yatırımı diye milli gelir hesaplarının içine koyuyor. Böylece ekonomi büyümüş gibi görünüyor!..”

★★★

Yapılacak şey, doğru döviz kuru politikasıyla, doğru planlamayla, tarımsal üretimi, ihracatı ve katma değeri yüksek sanayi yatırımlarını teşvik eden, bir avuç yandaş ve paydaşı zengin etmek yerine, halkın mutluluğunu gözeten bütçe ve ekonomi politikaları uygulamak.

Zehirli büyümenin saçtığı toksinlerden kurtulup sağlıklı büyümeye kavuşmanın yolu budur!