Bir yılı aşkın bir süredir küresel salgının kuşatması altında yaşıyoruz. Virüs yüklendikçe yükleniyor, soluk aldırmıyor, politikacıların tünelin sonundaki ışık olarak gösterdiği beyazlığın aydınlık değil, yeni bir virüs bulutu olduğu anlaşılıyor.

Başlangıçta Çin’de, Amerika’da, İtalya’da insanlar kırılırken ülkemizde salgınla mücadelenin sorumluları dünyaya tepeden bakıyorlardı ama maalesef krizi iyi yönetemediler ve ülkemizi utanç verici uluslararası istatistikte daha doruklara tırmandırdılar.

Artık nüfusumuza oranla günlük vaka sayısında dünya rekorları kırıyoruz!..

★★★

Bu durumda yurttaş ne yapsın, sesini nasıl duyursun?

Bakıyorum çaresizliğin sarmalındaki pek çok kişi işi filozofluğa vuruyor ve “Bu da geçer” türünden klişelerle yetinmeye çalışıyor.

Geçer de nasıl geçer? Asıl soru o!

Ve tabii, biz oradan nasıl geçeriz?..

★★★

Her gün salgının karşımıza çıkardığı büyük sorular, içimizdeki filozofu dürtüklüyor. Hastalığın ve ölümün soluğu hissedilince günlük koşuşturma sırasında çoğu kez es geçtiğimiz soruları sormak, kendimizle hesaplaşmak zorunda kalıyoruz. Örneğin; salgından önce nasıl yaşıyordum, o geçtikten sonra nasıl yaşamalıyım? Eskiden yapmaya vakit bulamadığım neleri yapmalıyım, neleri yapmamalıyım? Yaşamım için neler gerçekten önemli, nelerin hiç yeri olmamalı? Dahası; nasıl bir hayat yaşamaya değer?..



★★★

Pek çok kişinin içinde kıpırdanan bu soruları içtenlikle ve bilgece soranlardan birisi de kadim dostum Haluk Şahin. Yanıtlarını denemeler şeklinde kaleme alarak “İyi Yaşam ve Mutluluk Üzerine” adıyla yeni bir kitap olarak yayınlamış.

Şahin, herkesi açık havada derin bir nefes alıp düşünmeye, hayatıyla hesaplaşmaya çağırıyor.

Ve mutluluğa giden yolun, düşünmekle başlayacağını söylüyor. Kısa dönemli hazlara değil, uzun dönemli emeklere dayanan gerçek mutluluk!..

★★★

Televizyoncu, köşe yazarı, şair, romancı, akademisyen Şahin, çoğunu Bozcaada’da yazdığı denemelerine esin kaynaklığı yapan şeyin, gençlik arkadaşı, büyük şair Ataol Behramoğlu’nun  “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” dizesi olduğunu söylüyor:

“Evet var. Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir değil binbir şey var aslında. Hayatla, çalışmakla, aşla, aşkla, yolculukla, yalnızlıkla, can sıkıntısıyla ilgili bir sürü şey. Ömürlerimizin harcını oluşturan asıl konular, başımızı tosladığımız duvarlar, aldığımız irili ufaklı dersler...”

★★★

Yaşayarak öğrendiklerini aktarıyor Şahin. “Doğrusu budur, böyle yapmazsanız çok kötü olursunuz!” diyerek, yukarılardan bakarak, ahkam keserek değil!

“Bir düşünün bakalım, uzun dönemde en doğrusu hangisidir?” diyor, hazırlop mutluluk formülleri vermiyor.

“Hayatı ciddiye al, çalış, üret, ışığın çevreni aydınlatsın” demeye getiriyor...

★★★

Kitabın son denemesi; salgının sıkıntılarıyla nasıl baş edileceğine ışık tutuyor. Bunu yaparken şu yasaklı, kısıtlamalı dönemde, dijital teknoloji becerilerinin yetersizliği dolayısıyla çok sıkıntı çeken, bilgisayara eli gitmeyen kesimleri “Yeniçağ”a hazırlamak üzere Dijital Halk Mektepleri kurulmasını öneriyor. Katılmamak mümkün mü?

Akıcı bir üslupla yazılmış olan bu denemelerde hepimiz varız. Çünkü Şahin’e göre, bir Latin ozanının dediği gibi “İnsana ait hiçbir şey bize yabancı değildir!” Yeter ki onu tanımak için çaba gösterelim!

Kitabı okuyunca bana hak vereceksiniz...