Salı gecesi, KRT Televizyonu’nda büyük İlgiyle izlenen ŞİMDİKİ ZAMAN programının konuklarından biri, saldırıya uğrayan gazeteci Levent Gültekin’di. Düşüncelerinin çoğuna katılmadığım, ancak düşündüklerini özgürce ifade edebilmesi için gerektiğinde bedenimi kendisine siper etmeyi göze alabileceğim Gültekin’e şöyle bir soru yönelttim:

“Size saldıran gençler yakalandıklarında teşhis için onlarla karşı karşıya geleceksiniz. O anda bu gençlere ne söylemek istersiniz?..”

Hiç düşünmeden şu cevabı verdi:

“Oturup konuşmak isterim. Hatta bu akşam beni arasalar, tereddüt etmeden gider konuşur ve onları anlamaya, kendimi de anlatmaya çalışırım. Bana saldıran gençlere karşı asla öfkeli değilim. Hatta affettiğimi de söyleyebilirim. Bizim birbirimize nefret etmeye değil, anlamaya ihtiyacımız var!..”

Onu dinlerken değerli bilim insanlarımızdan Prof. Dr. Levent Kırılmaz’ın “Yaşama Sanatı” adlı kitabında anlattığı bir anekdotu hatırladım:

★★★

Lise öğretmeni, bir gün derste öğrencilerine “Benimle birlikte bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz çocuklar?” diye sorar.

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının önerisini tereddütsüz kabul ederler.

Bunun üzerine öğretmen “O halde ne dersem yapacağınıza da söz verin” der.

Öğrenciler söz verirler.

“Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo da patates getireceksiniz!..”

★★★

Öğrenciler pek bir şey anlamamalarına karşın, ertesi sabah hepsi, 5’er kilo patatesle torbaları getirip sıralarının üzerine koyarlar.

Derse giren öğretmen merak içindeki öğrencilerine “Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun” der.

Bazı öğrenciler üçer-beşer patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolar!..

Öğretmen, “Peki şimdi ne olacak” dercesine bakan öğrencilerine şunu söyler:

“Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar...”

★★★

Aradan bir hafta geçer.

Öğretmen sınıfa girer girmez, öneriyi yerine getiren öğrenciler yakınmaya başlarlar:

“Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor!.. Hocam, patatesler kokmaya başladı!.. Hocam insanlar tuhaf bakıyorlar ama!..”

Bunun üzerine öğretmen, onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir ders verir:

“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Ruhumuzu ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyor ve affetmenin en başta kendimize yaptığımız bir iyilik olduğunu göremiyoruz!..”

★★★

Affetmek erdemdir.

Orson Welles der ki:

“Affetmek için iki kişilik erdem lazım. Hem onu affetmek, hem de onu affettiği için kendini affetmek...”

Bir araya gelmiş/getirilmiş 15-20 kişilik öfkeli gençler topluluğunun düşüncelerine tepki gösterdikleri bir kişiye bunu belirtip, onu istedikleri yönde bilgilendirmeye çalışmak, hatta özür dilemeye çağırmak yerine, hep birlikte üzerine çullanıp şiddet uygulamaları, yasalar önünde suç olduğu gibi, acizliktir, genç insanlar için acınası ve utanılası bir durumdur.

İyi düşünen bir kişi, her felakette bir fırsat, kötü düşünen ise her fırsatta bir felaket görür!

Bilge Konfüçyüs’ün dediği gibi; “Kötü düşünen kötüdür!..”

İyilerin ve iyi düşünenlerin çoğalması dileğiyle...