Son kitabım “İnan Kardeşim Kazanacağız”ın öyküsünü biliyorsunuz. Küresel salgın sürecindeki yazılarımdan oluşan, yaşamlarını kaybeden hekimlerimize, sağlık çalışanlarımıza ve eczacılarımıza adanmış bir kitap...

Değerli kardeşim Atilla Köprülüoğlu arşive girip, güzel bir derlemeyle baskıya hazır hale getirdiğinde kendisine “Satar mı ki” diye sormuştum. O çok umutluydu. Neyse kitap, Sözcü Kitabevi’nden çıktı. Çok sattığını ve 81.200 lirayı bulan gelirini öğrendiğim andaki sevincimi anlatamam. Çünkü bozulan ekonomi, her alanı olduğu gibi öğrencilere burs verenleri de kötü etkilemiş, sayılarını azaltmıştı. Oysa bu pırıltılı öğrencilerin her zamandan daha fazla bursa ihtiyaçları vardı. Bu nedenle telif gelirimi banka hesabımda bir saat bile bekletmeden Vefalılar Derneği’nin burs hesabına aktardım.

Eğer salgın sürecinde olmasak, birçok kentimizde imza günleri düzenler, kitabımızın satışını, dolayısıyla gelirini daha da artırabilirdik.

Önceki gün, değerli bilim insanı dostum Oktay Gökdemir’in yakınmalarını okuyunca, zor zamanlardaki bu satış rakamına bir kez daha sevindim ve alıp okuyanlara şükranlarımı ifade etmeye
karar verdim.


Sanırım okuyunca siz de bu düşünceme katılacaksınız:

★★★

“Kadir Has Üniversitesi araştırmasına göre; halkımızın yüzde 92’si televizyon izliyor.

“Esra Erol” tarzı yapımlar ve “Survivor” en çok izlenen programlar.

Yüzde 93, sosyal medyada gün öğütüyor!

Çoğunluğu fotoğraf paylaşıyor.

Artık kimse anı yaşamak peşinde değil, herkes anı paylaşma derdinde ve ne kadar like (beğeni) aldı, onun hesabında.

Bir tür dijital cemaatler çağı yaşadığımız.

Herkes kendisi gibi düşünenlerle haşır neşir oluyor, benzerlerin uyumu bir anlamda...

Ya da birbirine propaganda...

★★★

Herkes kendi mahallesinde mutlu.

Dijitalde cemaatleştikçe -ülkemizi yönetenlerin de gayretiyle- kutuplaşıyoruz daha çok.

Kimse karşı mahallenin, ötekilerin, berikilerin ne dediğini merak etmiyor ve buna ihtiyaç da duymuyor!

Klavyenin dibi yok, yaz yazabildiğin kadar!..

★★★

Ve yine o araştırmadan ilginç bir sonuç daha:

Türkiye’de kitap okuyanların oranı yüzde 8 azalmış son bir yılda.

Küresel salgın sürecinde eve kapandık, kitaplara döndük diyorduk, meğer öyle değilmiş!

Salgın öncesinde 8 kişi toplanıp yılda bir kitap okuyormuş, şimdi bu oran 9’a çıkmış!

Sizin benim gibi “kitap kurtları” da var bu oranın içinde ve o nedenle 9 Türk toplanıp, yılda ancak bir kitabı okuyabiliyor!..

★★★

Birkaç yıl önce üniversitede tarih bölümü son sınıf öğrencilerine bir kitap okuma listesi vermiştim.

İçlerinden biri kalkıp “Hocam biz buraya kitap okumaya mı geldik” dediğinde çok şaşırmıştım!

Dahası üniversitede pek çok ofis gördü bu gözler.

Devletin verdiği kitaplıklara biblo, magnet, ketıl, kahve fincanı koyan bir akademia (!) var bu ülkede!

Hocası okumuyor ki öğrenci ne yapsın?..

★★★

Bir öğretim üyesi arkadaşım anlatmıştı;

“Ders anlatıyorum amfide... Arka sıralarda iki genç, ağzımdan çıkanı not alıyorlar.

Ara verdiğimde ‘Siz ne yapıyorsunuz öyle” diye sordum. “Biz” dediler “Karşıdaki fotokopicinin elemanlarıyız. Bu notları tutuyoruz, sonra da çoğaltıp öğrencilere
satıyoruz!..” 


Evet aynen böyle...

★★★

Maalesef cehalet geçer akçe olmuş durumda!

Yani ne kadar az bilirsen o kadar mutlusun!..

5 aydır bir süreli yayın dergi çıkarıyoruz türlü zorluklarla.

Kitapçılara bırakıyoruz...

Ayın sonunda bıraktığımız gibi geri alıyoruz.

Aboneler olmasa inanın okuyan yok! 

Zira okumaya ihtiyaç yok!

İzmir-Buca bir üniversite şehri güya!..

★★★

Kanımca bu okumama oranı daha da yükselecek.

Zira cehalet günümüzde prim yapıyor...

Oysa insan okur.

İnsanı diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerinden biri okuyan varlık olmasıdır.

★★★

Geçenlerde bir markette kitaplara bakarken arkamda bir ses duydum.

Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” kitabını eline almış şöyle diyordu;

“Aaaa... Madonna kürk giymiş, çok ilginç yani!..”