Elekdağ, “ABD, Taliban ile olan savaşa kesinlikle son vermiyor. Sadece vekâlet savaşına dönüştürüyor Kâbil Havaalanı’nın savunulması için ABD’nin taşeronluğunu yapmak akıl dışı, şuursuz bir karar” dedi.

Değerli okurlarım,

Türkiye’nin, ABD ve NATO güçlerinin çekilmesinin ardından, Kâbil Havaalanı’nın güvenliğini üstlenmesi konusu, ülkemiz gündemindeki önceliğini koruyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Savunma Bakanı Akar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bu görevi üstlenmesi için, siyasi, mali ve lojistik destek sağlanmasını öngören şartların yerine getirilmesi gerektiğini açıklamışlardı. Bu konularda ABD ile müzakereler sürüyor. Son 6 yıldır havaalanının askeri kısmının operasyonel olarak yönetimi “gayri-muharip” statüdeki 500 Türk askeri tarafından yapılıyordu. Şimdi buna ilaveten havaalanının güvenliğinin de Türk askerince sağlanması isteniyor.

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile 11 Temmuz’da yaptığımız son söyleşimizde, AKP iktidarının böylesine zorlu bir misyonu üstlenmesinin taşıdığı riskleri irdeledik. Elekdağ’ın bu konudaki değerlendirmesi, “Türk askerinin Kâbil Havaalanı’nın güvenliğini üstlenmesinin, taşıdığı ağır riskler nedeniyle, akıl dışı, şuursuz bir karar olacağı!..” şeklinde oldu... Tabii bu değerlendirme büyük ölçüde, Taliban sözcüsünün, NATO kuvvetlerinin bir parçası olan Afganistan’daki Türk askerinin ülkede kalmasına şiddetle karşı çıkmasından kaynaklanıyordu... Afganistan’ın tümüne hakimiyet yolunda ilerleme kaydeden Taliban’ın, Türkiye’ye yönelik tehdit dolu söylemini değiştirmemesine rağmen, Ankara’nın havaalanını savunma görevini üstlenmekte ısrarlı olduğu görülüyor. Sayın Elekdağ’la bugünkü söyleşimizde bu konudaki muhtemel gelişmeleri değerlendireceğiz.



★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Washington, Türkiye’nin Kâbil Havaalanı’nın savunmasını üstlenmesine ne derecede önem veriyor? Eğer bu askeri görev Biden yönetimi için kritik bir önem taşıyorsa, Türkiye’ye bunun karşılığını vermeye hazır mı?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Birinci sorunuzdan başlayalım. Temmuz sonunda ABD Senatosu Dışişleri Komisyonu’nda düzenlenen Türkiye konulu oturumda, Türkiye-ABD ilişkilerinin durumu derinliğine incelendi. Oturumda yönetim adına konuşan Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland, Türkiye ile ilişkileri, Kongre’nin son yıllarda tanık olmadığı hayli “pozitif” bir yaklaşımla ele almaya çaba gösterdi. Bu meyanda, Türkiye’nin Kâbil Havaalanı’nın güvenliğini üstlenmesinin ABD çıkarlarına sağlayacağı katkının “hayati olacağını” vurguladı. Türkiye’nin bu katkısıyla ABD ve ortaklarının Kâbil’de kuvvetli bir diplomatik mevcudiyeti sürdürebileceklerini belirtti.

AFGANİSTAN’DA SAVAŞIN ŞEKLİ DEĞİŞTİRİLİYOR

(U.D.): Nuland’ın bu ifadeleri, Kâbil Havaalanı’ndan “hayati önemde bir işlev”  beklenildiğine işaret etmiyor mu? Nedir bu işlev?

(Ş.E.): Biden yönetiminin bundan kısa süre öncesine kadar Afganistan’la ilgili açıklamalarından, Amerika’nın tüm askeri kuvvetlerini bu ülkeden çekeceği, sadece Kâbil’de diplomatların korunması için 650 kişilik bir birlik bırakacağı, bunun dışında merkezi hükümeti, Taliban’la mücadelesinde büyük ölçüde baş başa bırakacağı gibi bir anlam çıkıyordu. Oysa bu gerçek değil!.. Amerika, Afganistan’da Taliban ile savaşa kesinlikle son vermiyor!.. Sadece savaşın şeklini değiştirerek vekâlet savaşına dönüştürüyor!.. Bu suretle ABD, Taliban’la savaşı, çok daha az maliyetle ve can kaybı olmadan taşeronları vasıtasıyla sürdürmeyi planlıyor. Bu düzende ABD’nin iki taşeronu olacak. Biri, Afgan Ulusal Ordusu (AUO), diğeri de havaalanını savunacak olan TSK... ABD, Taliban karşısında dağılmaması için AUO’ya Ortadoğu’daki üslerinden kalkacak uçaklarla hava desteği sağlayacak, ayrıca CIA’nın paramiliter birlikleri ve ABD ordusunun özel kuvvetleri, kritik önemdeki Taliban hedeflerine operasyon düzenleyecekler. Kâbil Havaalanı’nın işlevini bu savaş düzeni çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Bu düzende Kâbil’deki ABD Büyükelçiliği’nin (basın haberlerinde şu andaki personel mevcudunun 400 olduğu belirtiliyor) savaşın yönetiminde kritik bir ön karargâh rolü oynayacağı anlaşılıyor. Havaalanı hem bu rolün ifasında dış dünya ile temasın sağlanmasında bir “göbek bağı” fonksiyonu yapacak ve Kâbil’in kuşatılması gibi bir durumda takviye kuvvetlerinin alınmasını sağlayacak, hem de icabında ön karargâh merkezi rolündeki büyükelçilik personelinin tahliyesini gerçekleştirebilecek...

(U.D.): Bu açıklamalarınız, TSK’nın üstleneceği Kâbil görevinin kesinkes “muharip” bir görev olduğunu gösteriyor.

TÜRKİYE ABD’NİN VEKALET SAVAŞINA ANGAJE OLDU

(Ş.E.): Tamamen öyle!.. Açıklamalarım, gerçeğin ta kendisini yansıtıyor... Biden yönetimi, Afganistan’dan çekilirmiş gibi yapıyor, ama gerçekte çekilmiyor!.. Savaşı vekâlet savaşına dönüştürüyor. Nitekim ABD ve NATO, bu amaçla AUO’nun desteklenmesi için 2024’e kadar 4 milyar dolar finansman sağlama sözü verdiler. Öte yandan ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı Orgeneral Mckenzie, Taliban’ın ilerlemesini durdurmak için hava taarruzlarını yoğunlaştırdıklarını belirterek AUO’na hava desteği verileceğini vurguladı. ABD’li komutan bu arada, siyasi çözüm inisiyatiflerinin de sürdürüldüğünü belirtmeyi ihmal etmedi. Bunlara ilaveten, AUO kuvvetlerini takviye etme çabaları da sürüyor. Nitekim NATO, Afganistan’daki askeri eğitim programını şimdi ülke dışında sürdürüyor. Bu maksatla ilk eğitim programına Türkiye’de başlanacak. Afgan özel askeri birliklerine mensup ilk kafile eğitim amaçlı olarak Ankara’ya gelmiş bulunuyor. Yani Türkiye şimdiden ABD’nin vekâlet savaşına angaje olmuş durumda!..

(U.D.): Bu noktaya nasıl gelindi?

(Ş.E.): Başkan Biden’ın, askerlerini Afganistan’dan 11 Eylül’e kadar çekeceğini açıklamasıyla birlikte bu karar, Kongre’de ve tüm Amerika’da yoğun biçimde tartışılmaya başlandı. Biden’ın kararı şu üç alanda ağır eleştirilere maruz kaldı: İlk eleştiri Amerikan Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından Kongre için hazırlanan bir raporda yer aldı. Rapor, AUO’nun savunma kapasitesinin Taliban saldırıları karşısında yetersiz kalacağı ve 6 ay içinde çökeceği teşhisini vurguluyordu. Analistler de medya da aynı görüşü destekliyor ve Amerikan kuvvetlerinin çekilmesiyle Afganistan’da güç dengesinin tamamen, Taliban ile onun destekleyicileri olan İran, Rusya ve Pakistan lehine döneceğini; bu ortamda Taliban kuvvetlerinin merkezi hükümet askeri ve polis kuvvetlerini ezerek Kabil’i ele geçireceklerini ve kuracakları çağ dışı radikal fundamentalist rejimle büyük bir insanlık faciasına yol açacaklarını belirtiyorlardı.

Bu noktadan hareketle Biden yönetimine yöneltilen ikinci eleştiri, kamuoyunu derinden etkileyici nitelikteydi. Buna göre, Amerika’nın çekilmesi sonucunda Afganistan’da kurulacak yeni Taliban rejimi, zafer havasının da yarattığı pervasızlıkla El Kaide’nin kalesi haline gelecek ve Amerika ile onun dünyanın muhtelif yerlerindeki varlıkları için büyük tehdit oluşturacaktı...

(U.D.): Peki üçüncü eleştiri?..

ABD’NİN AFGANİSTAN’DA İKİ TAŞERONU OLACAK...

(Ş.E.): ABD stratejik belgelerine göre -NATO 2030 stratejik konseptinden değişik olarak- Çin, esas tehdit kaynağı olarak tanımlanıyor. Bu nedenle, fiziksel olarak Çin’i sınırlayan Afganistan’ı ve oradaki üsleri terk etmenin mantıki olmadığı hususu birçok analist ve strateji uzmanı tarafından ileri sürüldü. Bu eleştiriler karşısında Biden, Afganistan’a yönelik iki ayaklı Amerikan stratejisini açıkladı. Birinci ayak, Orta Asya bölgesinde istihbarat sağlama alanında ABD’nin üstünlüğü kaybetmemesi için gerekli önlemlerin alınmasını öngörüyor. İkinci ayak ise Afganistan merkezi hükümetine askeri yardımın şu dört hedefin sağlanması amacıyla sürdürülmesini öngörüyor:
1) Güçlenen Taliban’ın saldırıları karşısında merkezi hükümetin çökmesinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması. 2) Buna paralel olarak, merkezi hükümet ile Taliban arasında anlaşma sağlanması için girişimlerin sürdürülmesi. 3) El Kaide’nin yeniden Afganistan’da yerleşip güçlenmesinin behemehâl önlenmesi. 4) Horasan’da yerleşik İslam Devleti’nin ABD’ye yönelik terör faaliyetlerinin önlenmesi
.

(U.D.): Bu söyledikleriniz, başlangıçta da açıkladığınız gibi, ABD’nin yeni Afganistan stratejisinin iki taşeronlu bir vekâlet savaşı formatına dönüşeceğine, bir taşeronun dışarıdan desteklenecek AUO olduğu, diğer taşeronun ise Kâbil Havaalanı’nı savunacak TSK olmasının tasarlandığını ve ABD’nin bu mücadeleden beklentisinin siyasi bir çözüm olduğunu ortaya koyuyor. Peki, Türkiye, ABD’nin Afganistan stratejisi bağlamında kendisine biçilen rolü üstlenirse bunun karşılığını elde edebilecek mi?

ERDOĞAN NE İSTEDİ, BIDEN NE VAAT ETTİ, BİLMİYORUZ 

(Ş.E.): Ben sorunuzu şöyle formüle edeyim: Türkiye, Kâbil’de üstleneceği riskli misyona karşılık olarak ABD’den beklentilerini elde edebilir mi? Nedir bu beklentiler? Bu beklenti listesinin başında, ABD’nin, (Suriye’de) PYD/PKK garnizon Kürt devletini kurmaktan vazgeçmesi, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorunlarında Yunanistan’ı ve Kıbrıs Rumlarını körü körüne desteklemeyi bırakıp tarafsız ve adil bir politika izlemesi, S-400’ler sorununun “S-300’lerin Girit çözüm formülü” uyarınca veya NATO denetimi çerçevesinde hallini kabul etmesi, Ermeni soykırım iddiasını ABD anayasası ile BM Soykırım Sözleşmesi’nin temel ilkeleri çerçevesinde ele alınmasını uygun görmesi ve FETÖ’yü iade etmesi gibi meseleler yer alıyor. Victoria Nuland’ın Kongre’de Türkiye’yi öven açıklamaları perspektifinden bakılırsa, 14 Haziran’daki Erdoğan- Biden görüşmesinde, Türkiye’nin üstlendiği ağır riskler taşıyan Kâbil misyonu karşılığında, Erdoğan’ın, Biden’dan, saydığımız sorunların halli ve ikili ilişkilerin onarımı hususunda somut “taahhütler” istemiş olması gerekiyor. Ancak, Erdoğan’ın ne istediği, Biden’ın da ne vaat ettiği konusunda hiçbir bilgimiz yok. İki taraf da varılan mutabakat konusunda hiçbir açıklamada bulunmadı. Böyle olunca, Türkiye’nin beklentileri konusunda tahmin yaparken; 1) Kongre’nin AKP iktidarına karşı hasmane tutumunu,  2) Biden yönetiminin Türkiye’ye müzmin önyargılı bakışını ve 3) Ortaklaşa çalışan Türkiye düşmanı “İsrail-Yunan/Rum-Ermeni lobileri”’nin Biden yönetimi üzerindeki aşırı etkisini dikkate almak durumundayız. Bu üç olumsuz faktörde ciddi bir değişiklik olmadığı sürece, Washington’un belirttiğimiz sorunların hallinde Türkiye’yi tatmin edecek adımlar atacağını düşünmek gerçekçi değildir.

İKTİDAR HATALARINDAN HİÇ DERS ÇIKARMIYOR, ABD’NİN TAŞERONLUĞUNU ÜSTLENMEK AKIL DIŞI BİR KARAR OLUR

(U.D.): Yani sırf Washington’a yaranmak, şirin gözükmek için Türkiye ağır riskler taşıyan bir savaşa taraf mı oluyor, Mehmetçiği ateşe mi sürüyor?..

(Ş.E.): AKP iktidarı hatalarından hiç ders almıyor. Cihatçıların, IŞİD’in ve El Kaide’nin şantiyesi İdlib cehennemine de boş hayaller peşinde koşarak girdi. Mehmetçik, ulusal çıkarlarımızla zerre kadar alakası olmayan nedenlerle ciddi kayıplar verdi. Şimdi İdlib’de ağır riskler altında eziliyor, girdiğimiz cehennemden bir türlü çıkamıyor, bocalayıp duruyoruz. Öte yandan Ankara, Türk halkını toptan geri zekâlı sayarak, Kâbil Havaalanı’nın güvenliğini “muharip güç” olmayan Türk askeriyle sağlayacağını açıklıyor. Taliban, böyle aldatmaları yutmuyor. Daha baştan, Ankara’nın havaalanının güvenliği konusunda atacağı adımları “menfur” (nefret edici, tiksindirici) olarak niteledi. Bu bağlamda, Taliban’ın 13 Temmuz’da yayınladığı 8 maddelik bildiriyi de hatırlamakta fayda var. Bu bildiride Taliban, havaalanının savunması için Kabil’e gelecek  “Mehmetçiklere” karşı “cihat” ilan edeceklerini açıkladı. Bir kere daha tekrar edeceğim, Kâbil Havaalanı’nın savunulması için ABD’nin taşeronluğunu yapmak akıl dışı, şuursuz bir karardır.