Aylardır bir Ege kıyısında gönüllü karantinadayım.

10 gün sonra bir yılım dolacak.

Dün zaman zaman uğradığım, durmaksızın kumsalı döven hırçın dalgaların uğultusu arasında düşüncelere daldığım o plaja gittim.

Balık sürülerini çığlık çığlığa kovalayan martıları, “Bizim kısmetimizi de verin” dercesine onlara havlayan kimsesiz köpekleri, bembeyaz köpükler saçarak kıyıya yosun, naylon torba, plastik şişe taşıyan dalgaları seyrederken, bu süreçte yaşadıklarım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçmeye başladı...

★★★

Covid-19’a kurban verdiğimiz yakınlarımı, bu hastalıktan hayatlarını kaybeden arkadaşlarımı, geçmişte kalan güzel günlerdeki halleriyle görür gibi oldum.

Örneğin eniştem yaşlıydı ama sağlıklıydı. Bilim Kurulu’nun dünyada bir benzeri olmayan muhteşem buluşu gereğince evden ayrılmıyordu. Ama eve gelen birinin taşıdığı virüs nedeniyle hastalığın pençesine düşmekten kurtulamadı ve maalesef kısa sürede kaybettik.

İki gençlik arkadaşım da aynı şekilde, dışarıdan eve gelen virüs nedeniyle yitip gittiler.

Yani tüm 65 yaş ve üzerindekiler gibi eve kapanıp kalmak, adeta yarı açık cezaevinde yaşamak, onları bu ölümcül hastalığa yakalanmaktan koruyamadı!..

Belki o gün dışarıya çıkabilmiş olsalar, maske, mesafe ve hijyen gibi koruyucu önlemlerin önemini kavramış en bilinçli yurttaşlar olarak virüsten uzak duracaklar ve büyük ihtimalle yaşıyor olacaklardı.

Bu gerçeği Bilim Kurulu’na anlatabilmek için çok uğraştık, çok çırpındık ama ne yazık ki başarılı olamadık.

Yitip gidenlerin ardından –cenazelerine bile katılamadan- bakakaldık...

★★★

Bu arada bazı arkadaşlarımızı da evdeki hareketsiz yaşam biçimi nedeniyle ağırlaşan şeker, kalp, yüksek tansiyon gibi hastalıklar nedeniyle toprağa verdik.

Hayatlarının sonlarına yaklaşan insanların, geride kalan sayılı yıllarında böylesine bir cezaya mahkum edilmelerinin o kişilerde ne denli ruhsal-bedensel çöküntü ve travmalar yaratacağını, insanı yaşatmak için yemin etmiş bilim insanlarının düşünememiş olmalarını aklım da vicdanım da kabul edemiyor.

Bu kaskatı tutum karşısında varlığından onur duyduğumuz büyük şair Ataol Behramoğlu gibi isyan ediyorum.

★★★

Çığlık çığlığa uçuşan martılara bakarken biri, arabamın camına “tık, tık” diye vurmaya başladı. Baktım, geçen eylül ayında bana kendi elleriyle pişirdiği balık çorbasını ikram eden lokantacı.

Maskemi düzelterek indim. “Gözünüz aydın nihayet açıldınız” dedim.

Suratı limon gibi büzüldü. Buruk bir gülümsemeyle  “İş yok ki... Saat 19.00’da kapanan balık lokantasında iş mi olur” dedi. Sonra da soru sormadan ekledi: “Buna da şükür, sağ salim bugünlere geldik ya!..”

“Çok şükür” dedim. “İnşallah bu yaza her şey daha iyi olur!..”

Güldü mü, ağlamaklı mı oldu, anlayamadım!..

★★★

O elindeki tepsi dolusu balıkları yıkamak için deniz kıyısına doğru ilerlerken, arabaya döndüm.

Direksiyona geçerken yanlışlıkla cep telefonuma dokunmuşum ve Covid-19’dan kaybettiğim arkadaşlarımdan birinin rehberden silmediğim numarasını aramaya başlamışım.

Ne yapayım?

Sapasağlam yaşarlarken eve mahkum olmak nedeniyle ansızın kaybettiğim akraba, arkadaş ve dostlarımın ölümlerini kabul edemiyor ve telefon numaralarını silemiyorum.