Sözde Ermeni soykırımı iddialarının dile getirildiği 24 Nisan tarihi yaklaşırken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan çok önemli bir hatırlatma...


Değerli okurlarım,

Hatırlayacağınız gibi ABD Kongresi’nin üst kanadı olan Senato, Temsilciler Meclisi’nin kabul ettiği sözde Ermeni Soykırımı Yasası’nı 2019 yılında oybirliğiyle onaylamıştı. Ancak dönemin ABD Başkanı Donald Trump, 24 Nisan 2020 günü yaptığı geleneksel konuşmada 1915 olaylarından söz ederken “Soykırım” yerine “Metz Yegern-Büyük Felaket” demiş ve Ermeni diasporasını büyük hayal kırıklığına uğratmıştı...

Bu yıl ise, Ermeni lobisi, ABD Başkanı Joe Biden’ın seçim kampanyası sırasında soykırımı tanıyacağını söylemesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tebrik telefonunun üzerinden aylar geçmesine karşın, henüz kendisini aramamış olmasını fırsat bilerek, yoğun bir propaganda kampanyası başlattı.

Bu nedenle Başkan Biden’ın 24 Nisan’da yapacağı konuşma, geçmiş yıllardan daha büyük önem taşıyor. Zira onun sözde soykırım iddialarını kabul etmesi halinde ABD’deki Ermeniler, Türkiye aleyhine büyük tazminat davaları açmaya hazırlanıyorlar.

Bu çok kritik tarihten önce, bugün ve yarın, köşemde iki önemli isimle; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile olan söyleşilerimizi yayımlayacağım.

Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, ABD Temsilciler Meclisi’nden geçen sözde “Ermeni Soykırımı Yasası” sonrasında, 6 Kasım 2019 günü yaptığımız söyleşide bakın neler söylemişti:



★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Başbuğ, söyleşimize, sözde soykırım iddialarına neden olan Birinci Dünya Savaşı’nda yaşananlarla başlamak istiyorum. Osmanlı İmparatorluğu 1 Kasım 1914’te bu savaşa girdi. Savaş nasıl gelişti?

İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): Bir gün bile geçmeden 2 Kasım 1914’te Rus birlikleri Beyazıt, Diyadin ve Ağrı bölgelerini ele geçirmek için ileri harekata başladı. Savaş ilan edilince, Ermeni ayaklanmacılar da adeta seferber oldular. Ermeni ayaklanmaları zaten Zeytun ve Maraş’ta daha önce başlamıştı.

Dolayısıyla Kafkas Cephesi, Osmanlı için yeni bir savaş cephesi oldu.

Osmanlı İmparatorluğu 1 Haziran 1915’te geçici “Tehcir Yasası” çıkarttığında beş ayrı cephede savaşıyordu. Tehcirin uygulanması esnasında ise, düşmanlarla çarpışılan cephe sayısı 10’u bulmuştu. Herhalde dünyada böyle bir durumun benzeri, yani aynı anda 10 cephede savaş hali yaşanmamıştır.

(U.D.): Osmanlı İmparatorluğu neden tehcir kararı almak zorunda kaldı?

ZORUNLU GÖÇ TÜM ERMENİLERE UYGULANMADI

(İ.B.): Tehcir kelimesi, “hicret” kökünden gelir. Zorunlu göç ettirme anlamındadır. Bu kelimede yer değiştirme anlamı vardır.

Zorunlu göçe tabi tutulan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin sınırları dışına çıkartılmamış olup, Osmanlı Devleti’ne ait olan Suriye vilayetine nakledilmişlerdir. İkincisi, zorunlu göçe tabi tutulan Ermeniler, belirli bir mekan içinde kale veya toplama kampları gibi yerlerde iskan edilmemişlerdir.

Ayrıca zorunlu göç kararı tüm Ermenilere uygulanmamıştır.

Özellikle harp sahasında olaylar çıkaran Ermeniler başka bölgelere nakledilmişlerdir.

Netice olarak zorunlu göçün amacı, yoğun bulundukları yerlerde Ermeni nüfusunu başka yerlere kaydırarak bu yoğunluğu azaltmak ve Ermenileri savaş alanlarından ve önemli tesislerden uzaklaştırmaktır.

(U.D.): Zorunlu göç uygulanması esnasında Ermeniler büyük kayıplara uğradılar mı?

(İ.B.): Belirttiğim gibi zorunlu göç kararı bütün Ermenilere uygulanmadı... Uygulama esnasında, savaş koşullarının güç şartları, çete saldırıları, şahsi kin ve intikam duyguları, salgın hastalıklar, ilaç ve gıda yetersizlikleri gibi nedenlerle Ermeniler kayıp verdiler.

Ama aynı nedenlerle cepheler gerisinde savaş ortamı içinde bulunan Türkler de çok büyük sayıda kayıplara uğradılar. Bu da tarihi bir gerçek.

(U.D.): Peki yaşanan olayın zorunlu göç, yani tehcir olmasına karşın soykırım yapıldığı iddiaları nasıl ortaya çıktı? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ


SOYKIRIMI KANITLAYAN HİÇBİR BELGE YOK

(İ.B): “Soykırım” uluslararası bir suç olarak kabul edilmektedir.

Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına ilişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi  9 Aralık 1948 tarihlidir.

Soykırım, kendiliğinden oluşan, işlenen bir suç değildir. Soykırım planlı ve teşkilatlı bir suçtur. Bu nedenle, soykırım suçunda devletin, hükümetin bir planının olması gereklidir.

Buna karşın, Osmanlı Devleti’nin, Hükümeti’nin tehcir esnasında meydana gelen olaylardan sorumlu olduğuna dair ortada hiçbir delil yoktur. Bütün gayret ve çalışmalara rağmen, 1915’te “Sözde Soykırım”ın yaşandığını iddia edenler, bu iddialarını destekleyecek hiçbir delile ulaşamamışlardır.

Ayrıca, Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli sözleşmesine göre; soykırımın uluslararası bir suç olarak nitelendirilmesi ancak “yetkili mahkemeler” tarafından yapılabilir.

Yetkili mahkemeler dışında, hiçbir kurum ve kuruluşun, örneğin parlamentolar gibi, hiçbir kişinin yaşanan olayları soykırım olarak isimlendirmesi de, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi çerçevesinde geçersizdir, anlamsızdır.

(U.D.): ABD Temsilciler Meclisi 1985 yılında aldığı 192 sayılı kararında “soykırım” sözcüğünü kullanmıştı. Ancak, Türkiye Devleti, Temsilciler Meclisi’nin bu kararına karşı, Amerika’daki bilim adamlarının bir bildiri yayımlamasını başarmıştı. Aynı şekilde bugün de bir şeyler yapılamaz mı?

ABD’Lİ BİLİM İNSANLARI: TÜRKİYE CUMHURİYETİ SORUMLU TUTULAMAZ

(İ.B.): Bildiri Türk Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerinde uzmanlaşmış Amerika’daki bilim adamları tarafından yayımlanmıştı. Hemen belirteyim; bildirinin hazırlanmasında o sırada Washington’daki Büyükelçimiz, duayen diplomat, Sayın Şükrü Elekdağ’ın büyük çabaları ve katkıları olmuştu. Bildiriyi imzalayanların listesi “Ermeni Suçlamaları ve Gerçekler” adlı kitapta bulunabilir.

Bilim adamları şu konular üzerinde durmuşlardı:

- Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu tutulamaz.

- Soykırım suçlamasına gelince, bu açıklamayı imzalayanların hiçbiri Ermenilerin çektikleri acıların boyutlarını küçümseme amacını taşımamaktadır.

Aynı şekilde söz konusu bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği görüşündeyiz.

Hem Müslüman hem de Hristiyan nüfus arasındaki kayıplar büyük rakamlardır.

- Kongre bu kararı kabul ederse, tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna yasa yoluyla karar vermeye çalışmış olacaktır. Tarihsel olarak, şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar, sadece dürüst tarihsel araştırmalara zarar verir ve Amerikan yasama sürecinin güvenilirliğini sarsar.

Görüldüğü gibi, Amerika’daki konu hakkında uzman bilim adamları, 19 Mayıs 1985 günü yayımladıkları bildiri ile, ABD Temsilciler Meclisi’nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanlış olduğu görüşündeydiler.

Bu bildirinin yayımlatılması büyük bir başarıdır. Bugün böyle bir bildiri yayımlatılabilir mi? Özellikle; bugün Türkiye ile ABD arasında yaşanan ciddi sorunlar ve ABD’deki Türkiye aleyhine oluşan kamuoyu nedenleriyle bu soruya olumlu cevap verebilmek gerçekten zor.

(U.D): Son soru; Türkiye sizce bu konuya nasıl yaklaşmalı?

(İ.B.): Bence, Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunun çözümü için atılacak ilk adım şöyle olmalıdır:

Ortada bir “ortak acı”nın olduğu kabul edilmelidir. Olayların nasıl ve kimin tarafından başlatıldığı ve olaylarda taraflardan ne kadar insanın hayatını kaybettiği tartışması da bir tarafa bırakılarak, her iki taraftan da hayatlarını kaybedenlerin hatıralarına birlikte sahip çıkılmalıdır.

Ortak acı tarihsel bir gerçek olarak kabul edilmelidir.

Bu yaklaşım bazılarına zor gözükebilir. Ancak önemli olan zoru başarmaktır.

NOT: Yarınki söyleşimizde Sayın Şükrü Elekdağ, ABD Başkanı Joe Biden’in 24 Nisan’daki konuşmasında “Büyük Felaket mi, yoksa Soykırım mı?” diyeceği konusundaki öngörüsünü açıklayacak.