Elekdağ, Afganistan için “Uluslararası terör örgütlerinin kalesi haline dönüşecektir” dedi ve şu uyarıyı yaptı: Bu görevi üstlenmek terör örgütlerine Türkiye’de eylem yapmak için davetiye çıkarır. Türkiye’de yuvalanmış IŞİD hücrelerini aklımızdan çıkarmayalım.

Değerli okurlarım, Afganistan’dan çekilme sürecinin yönetilmesinde ve tahliye operasyonunda Biden yönetiminin ve Pentagon’un sergiledikleri yeteneksizlik, plansızlık, öngörüsüzlük ve istihbarat zafiyeti, ABD’nin dünyadaki prestiji ve konumu açısından yıkıcı oldu. Batı basınındaki yorumlardan, Washington’un bu feci “performansının” tüm dünya ülkeleri nezdinde ABD’nin kudretinin, güvenilirliğinin ve inandırıcılığının ağır bir yara almasına yol açtığı anlaşılıyor.

Tüm öngörüleri doğru çıkan, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinden sonra Afganistan’daki durumu, küresel ağlara sahip terör örgütleri için Afganistan’ın bir sıçrama tahtası oluşturacağı ve bu durumun Türkiye’yi de etkileyeceği hususundaki değerlendirmeleri ve Türkiye’nin Afganistan’daki rolünün ne olması gerektiğini ele alacağız.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, başarısızlık Biden yönetimine nasıl bir siyasi bedel ödetecek?

BIDEN YÖNETİMİ ARA SEÇİMİ KAYBEDEBİLİR

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Bir maliyeti muhakkak olacak!.. Bu feci başarısızlık, Biden’ın bir sonraki dönemde seçimi kaybedip başkanlık koltuğuna veda etmesine dahi yol açabilir. Ancak, bu konuda ciddi bir tahmin yapabilmek için önümüzdeki yıl yapılacak ara seçimlerin sonuçlarını beklemek lazım. Halen Demokratlar Senato’da sadece bir oy farkla, Temsilciler Meclisi’nde ise 9 fazla oyla çoğunluğu sağlıyorlar. Bu çok kırılgan bir üstünlük. Seçim sonucunda (Ara seçim, Senato’nun üçte birini, Temsilciler Meclisi’nin tümünü kapsayacak) bu üstünlük Kongre’nin her iki kanadında da Cumhuriyetçilere geçerse, Biden yönetimi “topal ördek” konumuna düşer, yani felç olur, icraat yapamaz. Bu şartlar gerçekleşirse, Biden’ın ikinci dönemde seçimi kazanması suya düşebilir.

(U.D.): Biden ve Demokrat Parti için endişe verici bir senaryo bu...

(Ş.E.): Bu bağlamda önemle altı çizilmesi gereken bir gelişme de Biden’ın Afganistan’dan çekilme kararını müttefiklerinin görüşlerini dikkate almadan uygulamasının ABD- Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde tam bir çöküntüye yol açtığıdır. Hatırlanacağı üzere, Başkanlık koltuğuna oturmasını takiben Biden’ın ilk icraatlarından biri, Trump tarafından bozulan transatlantik ilişkileri tamir etmek ve bu amaçla AB ile ilişkileri canlandırmak, eşitlikçi bir yaklaşımla siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda istişare ve koordinasyonu en üst düzeye çıkarmak, aynı zamanda NATO’yu güçlendirmek ve ona eski caydırıcı gücünü kazandırmaktı. 14 Haziran’da Brüksel’de düzenlenen NATO zirvesinde ve onu takiben yapılan AB ile toplantılarda Biden ve ekibi, büyük çaba sarf etti ve belirttiğim hususlarda Avrupalı müttefiklerini ikna etmekte başarılı oldu. Bu bağlamda ABD’ye güvenilirliğini ve inandırıcılığını kazandırmak hususunda da ciddi yol alındı. Ancak, Afganistan’dan çekilme sürecinin yönetilmesindeki hatalar ve tahliye operasyonunun tam bir kaos ve felakete dönüşmesi, Biden yönetiminin Brüksel’de sarf ettiği çabaları boşa çıkardı. Avrupalı siyasi liderler, Biden yönetimin bu “performansını”, “utanç verici”, “korkakça” ve “basiretsizlik örneği” olarak nitelediler, NATO’yu da “kurulduğundan bu yana en büyük hezimeti” yaşadığını belirterek aşağıladılar. NATO bünyesinde kararların ABD yönlendirmesiyle alındığını eleştirdiler ve Avrupa’nın artık ABD’ye güvenemeyeceğini, bu nedenle güvenliğini sağlamak için AB’nin kendi öz ordusunun kurulması zorunluluğunu vurguladılar.

(U.D.): Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesinden önce yaptığımız söyleşilerde Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın işletilmesi ve korunması yükümlülüğünü üstlenmesinin o dönemin şartlarında “akıl dışı, şuursuz bir karar olacağını” söylemiştiniz. Şimdi şartlar değişti. Ülkede egemen olan Taliban yetkililerinin ifadelerinden, havaalanının iç ve dış güvenliğinin kendileri tarafından sağlanması şartıyla, işletilmesini Türkiye ve Katar’a verme eğiliminde oldukları anlaşılıyor. Ankara da bu “misyona” çok hevesli görünüyor. Türkiye böyle bir yükümlülük altına girmeli mi?

KABİL HAVAALANI’NI İŞLETMEK AKIL KÂRI DEĞİL

(Ş.E.): Ben, Afganistan’da oluşan yeni şartlarda Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın işletilmesi yükümlülüğünü üstlenmesinin ülkemiz için gayet riskli ve belalı sonuçları olacağı kanısındayım. Bu değerlendirmemin nedeni, Afganistan’ın uluslararası terör örgütlerinin bir kalesi haline dönüşeceği ve Kabil Havaalanı’nın bu örgütlerin gözünde mutlaka imha edilmesi gerekli bir stratejik hedef niteliği kazanacağıdır. Altını çizerek söylüyorum, 26 Ağustos’ta tahliye sırasında Kabil Havaalanı’na IŞİD-K tarafından yapılan ve 175 kişinin ölümüne neden olan saldırı, bu öngörümün ilk habercisidir. IŞİD’in Orta Asya kolu olan IŞİD-K’nın Türkiye’de yuvalanmış IŞİD hücreleri vasıtasıyla ülkemizde de terör eylemlerinde bulunma kapasitesi olduğunu aklımızdan çıkarmayalım... IŞİD’in İstanbul’da yaptığı korkunç katliamları ne çabuk unuttuk!.. IŞİD, 28 Haziran 2016’da İstanbul Atatürk Havalimanı’nda gerçekleştirdiği intihar eylemleriyle 45 kişinin ölümüne ve 239 kişinin yaralanmasına sebep olmuştu. Keza, IŞİD’in 1 Ocak 2017’de İstanbul’da Reina gece kulübündeki saldırısında 39 vatandaşımız ölmüş, 70 vatandaşımız yalanmıştı. Bu bakımdan, Kabil Havaalanı’nın işletilmesini  üstlenmek ve oraya (Dilim varmıyor ama söyleyeceğim) “kurbanlık koyun” gibi personel göndermek akıl kârı değildir!... Aynı zamanda bu görevi üstlenmenin, IŞİD-K ve diğer terör örgütlerine Türkiye’de eylem yapmak için davetiye çıkarmak anlamına geleceği kanısındayım.

ANKARA’YA AFGANİSTAN TAVSİYESİ Şükrü Elekdağ, “Ankara eğer Afganistan’da bir rol sahibi olmak istiyorsa, bu rol insani yardım olmalıdır, imar alanında olmalıdır” dedi.


(U.D.): Tahmin ve öngörüleriniz hangi somut bilgi ve olgulara dayanıyor?

(Ş.E.): Söylediklerim, BM Genel Sekreteri Guterres’in, uzmanlarca hazırlanan BM Güvenlik Konseyi raporlarına istinaden yaptığı açıklamalara dayanıyor. Guterres, konuşmalarında, Taliban’ın hakimiyetindeki Afganistan’ın, uluslararası terör örgütleri için güvenli bir faaliyet alanına ve küresel terörü yayacak bir sıçrama tahtasına dönüşeceği hususundaki endişelerini bir süredir ısrarla dile getiriyor. Bu raporlarda, IŞİD-K’nın militan sayısının süratli bir artışla, 10 bine yükselerek çok güçlü bir tehdit kaynağı oluşturacağı, El-Kaide’nin de Afganistan’da yeniden sahneye çıkacağı kaydediliyor. Ayrıca, Taliban’ın, El-Kaide ile iç içe geçmiş organik bir yapısı olması nedeniyle, Taliban’ın,  Şubat 2020 tarihli barış anlaşmasında ABD’ye El-Kaide’nin Afganistan’da konuşlanmasını ve küresel terör faaliyetlerinde bulunmasını engelleyeceği hususundaki taahhütlerini yerine getiremeyeceği tahmin ediliyor.

(U.D.): BM Genel Sekreteri’nin ifadelerinden Afganistan’ın -tabir caizse- bir “cadı kazanına” dönüşeceği ve burada üreyen terör dalgasının da tüm dünyayı tehdit edeceği anlaşılıyor. Bu ülkede cereyan eden olayları anlayabilmek için Taliban’ın, IŞİD-K’nın ve El-Kaide’nin ideolojileri ve aralarındaki ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Bu hususta okurlarımızı aydınlatabilir misiniz?

TALİBAN, IŞİD-K VE EL KAİDE ÖRGÜTLERİ HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

(Ş.E.): Taliban, IŞİD-K ve El-Kaide, esasta Suudi-Vahabi öğretileriyle şekillenmiş olan katı şeriat kurallarını ve cihatçı ideolojiyi sahipleniyorlar. Her üç örgüt de sosyal ve siyasi yaşamın dinden soyutlanamayacağı ve inanç uğuruna şiddet kullanılmasının meşru olduğu görüşünde birleşiyorlar. Bu ortak noktalar dışında üç örgütün hedef ve yöntemleri birbirlerinden farklı. Örneğin Taliban, El-Kaide ve IŞİD-K’dan farklı olarak cihat ideolojisini komşu devletlere ve dünyaya yaymak gibi bir hedef gütmüyor. Nitekim, Taliban Afganistan’ı yönettiği 1996-2001 yıllarında şeriat kanunlarını gayet katı ve acımasız bir şekilde uyguladı, fakat ideolojisini komşularına ihraç girişimde bulunmadı. IŞİD-K ve El-Kaide’nin Taliban’dan en önemli farklarını İslam hakimiyetini dünyaya yaymak ve hilafet kurma oluşturuyor. Hilafet, Arapçada “Allah’ın temsilcisi” anlamına gelir. “Hak kazandığı için adaletle Allah’ı temsil eden yetkili” manasındadır. Hilafet konusunda ISİD-K ile El-Kaide’nin görüşleri çatışıyor. IŞİD-K hilafeti derhal kurmak isterken, El-Kaide İslam dünyasının henüz buna hazır olmadığını savunuyor. Cihatçılık, Batı dünyasını düşman olarak görüyor. Her iki örgüt de bu konuda mutabık. Ancak El-Kaide’nin bir önceliği var. Bu da, El-Kaide’nin baş düşmanı olarak gördüğü ABD’yi Suudi Arabistan’dan ve kutsal toraklardan çıkarmak. IŞİD-K türevi olduğu IŞİD gibi, kendi ideolojisini paylaşmayan Müslüman toplumları “hain” addediyor ve onların imhasını “caiz” görüyor. 

(U.D.): IŞİD-K, 26 Ağustos’ta tahliye operasyonu sırasında gerçekleştirdiği saldırıyı bu amaçla mı yaptı?

(Ş.E.): IŞİD-K, Taliban’ın ABD ile geri çekilme müzakeresine oturmasını “hainlik” olarak ilan etmişti. Şimdi iktidara gelen Taliban’ı can düşmanı olarak görüyor ve mahvetmek istiyor. IŞİD-K, Taliban ile ilişkilerini Taliban’ın bir parçası olan fakat ondan bağımsız hareket edebilen Hakkani adındaki militan grup vasıtasıyla yürütüyor. Hakkani grubunun El-Kaide ile de sıkı bağları var.

(U.D.): Taliban, ABD’ye verdiği, El-Kaide’nin Afganistan’a girmesini engelleyeceği yolundaki taahhüdünü ihlal eder mi?

AFGANİSTAN TERÖRÜ ÜRETİP DÜNYAYA YAYAN SIÇRAMA TAHTASINA MI DÖNÜŞECEK?

(Ş.E.): Taliban, ABD ile akdettiği 2020 tarihli barış anlaşmasıyla, El-Kaide ve diğer “radikal” örgütlerin hiçbirine kontrolü altındaki topraklarda faaliyet imkanı vermemeyi taahhüt etmiş bulunuyor. Buna rağmen, Taliban yetkilileri kamuoyu önünde El-Kaide’yle ilişkilerini kestiklerini açıklamaktan çekiniyorlar. Bu durum, Taliban’la El-Kaide arasındaki tarihi yemin meselesini su yüzüne çıkardı. Taliban hareketinin lideri olan Molla Ömer, 1990’lı yıllarda Usame Bin Ladin ile bir “ittifak beyanı” yapmış, yani iki lider sadakat yemini etmişler. El-Kaide’nin 11 Eylül saldırılarından sonra ABD, Taliban yönetiminden Usame Bin Ladin’i teslim etmesini istemiş. Ancak, Molla Ömer yeminine sadık kalmış ve Amerika’nın ültimatomuna rağmen Bin Ladin’i teslim etmemiş. 2011’den sonra da değişen liderler arasında bu yemin yenilenerek muhafaza edilmiş. Yalnız El-Kaide lideri Zevahiri yemini yenilerken şöyle bir ilave yapmış: “İşgal altındaki Müslüman topraklarının her bir karışının kurtarılması için cihat sözü veriyoruz.” Muhatabı Taliban lideri Mansur bu yemini reddetmeyince, küresel cihada angaje olmuş. Taliban’ın şimdiki lideri Haybatullah Akundzade’nin sadakat yemini hakkındaki tutumu belli değil. Yani halen, Taliban’ın, ABD ile yaptığı anlaşmaya mı uyacağı, yoksa El-Kaide ile tarihsel ittifakını mı sürdüreceği aydınlığa çıkmış değil. Taliban eğer, ABD ile yaptığı anlaşmaya uyarsa, meşruiyet ve tanınma yolunda önemli bir adım atmış olacak ve karşılaştığı devasa sorunların çözümü için kayda değer avantajlar sağlayabilecek. Buna mukabil, El-Kaide ile arasındaki yemine sadık kalırsa, BM Genel Sekreteri Guterres’in söylediği gibi küresel terörü üretip yayan bir sıçrama tahtasına dönüşecek.

(U.D.): Peki bu durumda Türkiye’nin Afganistan’daki rolü ne olmalı?

(Ş.E.): Muhabbet duyduğumuz Afganistan maalesef çok talihsiz bir ülke. Açlıktan ve ilaçsızlıktan kırılıyor. Babalar ailelerinin diğer fertlerini yaşatmak için kızlarını satılığa çıkarıyor!.. Ankara eğer Afganistan’da bir rol sahibi olmak istiyorsa, bu rol insani yardım ve ülkeyi kalkındırma/imar alanlarında olmalıdır.