Yetmiş yıldır içinde bulunduğum hukuk ortamında kişiliği, çalışmaları ve mesleğe katkılarıyla unutulmaz bir değer olarak tanıdığım Atilâ SAV için hekim oğlu Prof. Dr. Aydın SAV’dan rica ettiğim yazıyı olduğu gibi okurlarımızın ilgisine sunuyorum. Örnek en iyi ders, en yararlı katkıdır:

“Babam, ustam: Atilâ Sav”

Aydın Sav

Seksen dokuz yıl önce Ankara’da başlayan yaşam yolculuğunun yalnızca yedi yaşına kadar olan kısacık süresini Atatürk ile eş zamanlı yaşama şansına kavuşmuştu. Mimar Kemal İlkokulu, Atatürk Lisesi ve Hukuk Fakültesi’ni doğduğu şehirde tamamladı. Cumhuriyet’in içine doğmuş bir Cumhuriyet’ çiydi.

Babası Av. Nejat Sav’ın yazıhanesinde yetişti. Haktan ve haklıdan yana oldu. Mesleğinin gereği insan haklarını savundu ve korudu. Zamanının eski Ankara’sı, Ulus’ta, Ankara Kalesi’ne yakınlarındaki, devrinin “Hukuk okulu” olarak bilinen İşkur Han’da ustalaştı. Hep çok yönlüydü: Avukatlık dışında, meslek örgütleri, tiyatro eleştirmenliği, Beden Terbiyesi, Türk Dil Kurumu, sanat dünyası, Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi imar hukuku hocalığı.

Yenişehir, Bayındır Sokak’taki aile evimizdeki salonunda kitaplarla dolu bir kütüphanesi vardı. Ne zaman baksam daktilosu başında oturmuş sakin, düşünceli, bilmediğini hemen sorgulayan, atıflarla yazan ve konuşan, sürekli üreten babamı görürdüm. Kendi babasının aşıladığı kültür zenginliği nedeniyle hemen her hafta iki kere annemle beraber tiyatroya giderlerdi. Eve gelir gelmez salondan daktilo sesleri gelince anlardım ki izlediği tiyatronun eleştirisini yazıya döküyordu. Hemen izleyen Pazar sabahı İzmir Caddesi’ndeki Milliyet Ankara Ofis’nin önünde park edip, yazdığı tiyatro eleştirisini zarf içinde beraberce bırakırdık.

Atatürk Bulvarı’ndaki ünlü Piknik ‘in altındaki Sanat Sevenler Derneği’nin tiyatro açık oturumlarına bazen yönetici bazen konuşmacı olarak katılır, yumuşak sesi, sakin tavrıyla oyunu bütün ayrıntılarıyla usûlüne uygun kalp kırmadan eleştirirdi. Tiyatro sevgisi kesintisiz 70 yıl sürdü. Türk tiyatrosunun gelişmesi için neredeyse her platformda sanat sevgisi ile katkıda bulundu. Anadilinde arılaşmaya inandığı için yıllarca, kapanıncaya kadar Türk Dil Kurumu’nda, kapandıktan sonra Türk Dil Derneği’ nde, hukukun üstünlüğünü savunduğu için Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği’nde ve birçok sosyal örgütte kesintisiz görev aldı, çalıştı ve yazılar yazdı. Hiç yorulmadan, ta ki aramızdan ayrılana kadar.

Yaşamım boyunca düğümlendiğim her olayda akla dayanan rasyonel çözümler üretti. Ara ara bana bakıp deneyci tarafımın baskın olduğunu söyler ve eklerdi “Deneycilik bir yöntemdir lâkin insanı biraz örseler” derdi. En sevdiğim deyişi ise: “Akıllı insan, kendi tecrübelerinden, çok akıllı insan başkalarının tecrübelerinden yararlanır”.

“Akıl gibi nimet yoktur, yeter ki kullanmasını bilesin” derdi. Olayları ve olguları algılama, tartma, çözümleme ve çözme becerileri, yalnızca mesleğinde değil, siyasî arenada da kendini belli etti. Cumhuriyet tarihinin 1970 ve 1980 gibi en çalkantılı dönemlerinde etkin görevler üstlendi. 1970’de parlamento dışında “Beyin Kabinesi” nde Çalışma ve Enerji Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptı. Ancak dönemin askeri yöneticileri ile aynı yöne bakmadıklarının farkına vardılar. Sekiz buçuk ay sonra istifa kararlarını açıklamak üzere grubun sözcüsü olarak kamuoyu açıklamasını yapan babam, aynı gün eve bir daha hiç dönemeyecekmiş gibi hazırlanıp evden ayrılmıştı. Alınlarının akıyla, hapse atılma riskini göze alıp, 1971’in “Beyin Kabinesi” istifalarını verdiler. Birinci Erim Hükûmeti’ ndeki “11’ ler” olarak siyasî tarihte yerini alacak operasyona imzalarını attılar. “11’ler” in hiçbirine, devrin askerî yönetimi herhangi bir cezaî yaptırım uygulamadı. Bir röportajında “Niye siyasete girdiniz?” sorusuna karşılık, bana ve kardeşime bakarak son derece yalın ve öz bir cümle sarf etti:

1980 sonrası SOBEP, SHP-CHP içinde yer almasının nedeni de buydu. Baba evinden ayrılıp başka bir şehirde tıp okumaya giderken, kendi el yazısıyla kaleme aldığı bir sayfalık bir öğüt manzumesi verdi. Bu William Shakespeare, Hamlet’ teki Baba öğüdü (Polonius’ un oğluna öğüdü) idi. Yıllarca sonra asistanlık dönemim başladıktan kısa bir süre postayla yolladığı zarfın içinden çıkan ikinci öğüt manzumesi: Abraham Lincoln - Oğlumun öğretmenine öğütleri- çıktı. Her iki “Baba öğüdü” kalbimde ve aklımda saklıdır.

Anadilimiz Türkçe’nin iletişimdeki ve eğitimdeki önemini savundu. Düşüncenin temeli anadildir, çünkü insanlar anadilde düşünür derdi. Aydınlanmanın, insanlığı geliştireceğine inanırdı. Yaşadığı sürece eleştirel aklın, kanıta dayanarak yapılan tartışmanın verimli, yol ve yön göstericiliğini gösterdi ve özendirdi. Meslekte usta olmanın güzelliğini, insancıllık yoluyla mutluluğa erişebilmenin insana yakıştığını söylerdi. Babama bakarak iyi, güzel, kültürlü, ahlâklı insan olmanın da üstün bir meziyet olduğunu öğrendim. Bize dünyada tek bir uygarlık olduğunu onun da savaşmayan uygarlık olması gerektiğini hep anlattı. Yeni çıktığı ve ışıkların aydınlattığı yolda yürürken aklımda kalan öz: Ailesi, toplumu ve gelecek kuşaklar için örnek bir aydın insan olan babam Atilâ Sav. Bundan daha büyük bir miras olabilir mi? Işıklarla bezenmiş yeni yolculuğunda yürüyor. Tanrı’dan kendisine rahmet diliyorum. Sağ ol, var ol. İyi ki senin oğlunum.