Salgın hastalık nedeniyle lokantaları kapattık ama, aslında, bugüne kadar binbir türlü hastalıktan o lokantalar sayesinde korunduk.



Bugünkünden daha fazla kalp hastası değilsek, daha fazla tansiyon, daha fazla şeker hastası değilsek, bu hastalıkları körükleyen fast food’tan nispeten uzak durabiliyorsak, bunu büyük ölçüde, geleneksel ev yemeklerimizi üreten esnaf lokantalarına borçluyuz.



Ayaküstü atıştırma’ya karşı –sağlık için- geleneksel yemekleri ve geleneksel yeme biçimlerini savunan slow food kavramı, Batı ülkelerinde daha anca 1986 yılında ortaya çıktı... Halbuki bizde, esnaf lokantalarımız sayesinde, zaten asırlardır varolan bir kavramdır.



Adı üstünde...

“Afiyet” olsun mekanlarıdır esnaf lokantaları.

“Afiyet” olsun diye uğurlayan mekanlardır.

Sözlük anlamıyla, sağlık, sıhhat, hasta olmama durumu demektir.



Üstelik...

Sırf karın doyurma meselesi de değildir.

Günlük koşuşturma telaşından hiç olmazsa yarım saat sıyrılabildiğimiz, bir yandan ağız tadıyla yerken, bir yandan öğle yemeğine beraber çıktığımız işyeri arkadaşlarımızla sohbet edebildiğimiz, sosyalleşme mekanlarıdır.

Kültürdür.

Şiirlerimizde romanlarımızda şarkılarımızda vardır.

Yaşam biçimidir.



Emektir.

Her gün hiç sektirmeden, mis gibi kemik suyuna çorba hazırlamanın nasıl büyük bir fedakarlık olduğunu biliyor musunuz mesela?

Dünyanın neresinde hünkarbeğendi gibi, keşkek gibi zahmetli lezzetler, mütevazı fiyatlarla, sıradanlığın rahatlığıyla sunulur?

En gariban bütçelere bile “şundan yarım porsiyon, bundan biraz, ondan azıcık” isteyebilme zenginliği verir, hepimizi adeta şekerci dükkanına girmiş çocuklar gibi, onu da tatmak isteyen bunu da tatmak isteyen çocuklar gibi şımartır esnaf lokantaları.

Zeytinyağlı kereviz, enginar dolması, imam bayıldı, papaz yahni, etli arapsaçı, terbiyeli şevketi bostan, orman kebabı, patlıcan güveç, yaprak sarma, kuzu haşlama, işkembeli nohut, pilav üstü kuru... En iştahsız insanın bile ağzını sulandıran, gözümüzü gönlümüzü doyuran, rengarenk tuvaller gibi vitrinler, dünyanın neresinde var?



İster Japonya’ya git, ister İspanya’ya, İster Meksika’ya, turistik heyecanlar yatışır yatışmaz, gözün tencere yemeği arar.

Genetik kodlarımıza işlenmiştir.

Ruhumuzun Michelin yıldızı’dır esnaf lokantaları.

Dededen toruna el verilen, üzerine titrememiz gereken mekanlardır.



Tıkır tıkır vergisini ödeyen, istihdam sağlayan, alacağına hoşgörülü, borcuna sadık, bütün komşularıyla iyi geçinen, namuslu mekanlardır.



Hal böyleyken...

Tarih boyunca bu milleti “afiyet”le doyuran lokantaların aç bırakılması, açlığa mahkum edilmesi, büyük vicdansızlıktır.



Akp mitinglerine-kongrelerine yasak yokken, avm’lerden camilere, plazalardan fabrikalara, her yer açıkken, sarayda fasıl, otellerde kayak yapılırken... Lokantaların kapatılması, sanki virüsün tek kaynağıymış gibi davranılması, gerçekten büyük haksızlıktır.



Bedel ödeyeceksek, hep beraber ödeyelim.

Bütün ülkeyi 15 gün, 25 gün komple kapatalım, virüsü kazıyalım.

Ama okulları bile açarken, sadece lokantalara kilit vurmak -sadece kafelere, sadece kıraathanelere bedel ödetmek- insafsızlıktır.



Açın kardeşim lokantaları...

Ömrünü “afiyet olsun”a adamış olan esnaf, vatandaşın sağlığını, müşterisinin sağlığını, sizden bin kat iyi korur.