Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, bu bir futbol yazısı değildir.



Çocuktum henüz.

Babam hasta Altaylı.

Ağabeyim hasta Altaylı.

Ben anama çekmişim, Giritli tarafımın telkiniyle fanatik Göztepeliyim.

Maça gittik.

Alsancak Stadı.

Altay-Göztepe maçıydı.

İzmirli olmayanlar bilmez, Altaylılar bugün bile hâlâ tribünün sol tarafında oturur, Mustafa Denizli’den kalma alışkanlıktır, o muhteşem sol ayağı yakından izlemek isterlerdi, tribünün soluna otururlardı.

Dolayısıyla, ben kapalının sağ tarafında oturan Göztepelilerin yanına gitmek istedim.

Yaşım küçük ya, babam izin vermedi, “o kalabalıkta arbede çıksa seni nasıl bulacağım, geleceksen birlikte oturacağız, yoksa maç filan yok” dedi.

Üstümde Göztepe forması var iyi mi...

Mecburen Altaylıların arasına oturdum.

Herkes homur homur homurdanıyor tabii, ama hem yaştan kurtarıyoruz, hem babama hürmetleri var, idare ediyorlar.

Neyse, maç başladı, içim içime sığmıyor, gıkımı çıkarmadan seyrediyorum. İlk yarı 0-0 bitti, ekmek arası sosisliye bayılırdım, devre arasında iki tane götürdüm, ikinci yarı başladı, Altay fena bastırıyor, resmen tek kale oynuyorlar, küfür kıyamet gırla gidiyor, ben yine gıkımı çıkarmadan oturuyorum, gol yemeyelim diye mırıl mırıl dua ediyorum. Şak... Hakem düdüğü çaldı, Altay lehine penaltı verdi. Yanlış hatırlamıyorsam, ceza sahasında Nevruz’u düşürmüştük.

Altay tribünü yıkılıyor, Göztepe tribününde çıt yok.

Çünkü, topun başında Mustafa Denizli var, kaptan, Büyük Mustafa...

O dönemin savunması en güçlü takımı Trabzonspor’a, o dönemin en büyük kalecisi Şenol Güneş’e kornerden gol atan adam...

Alsancak Stadı’nda kapalının sağındaki kale, topun başına geldi, gerildi, nefesimi tuttum, vurdu, dışarı!

Eyyyooo diye fırladım havaya...

O saniyeye kadar çocuktur idare edelim diye gözyuman Altay taraftarları da tekme tokat girişti bana!

Bugün bile hâlâ inkar ediyor ama, ağabeyim bile vurmuştu.

Babam desen, burnundan soluyordu, tuttu beni kolumdan, stadın kapısından dışarı attı, defol gözüm görmesin dedi.

Maç bitene kadar otomobilin başında bekledim, 0-0 bitti.



Hayatımın ilk stadyum dayağını, Altay ve Mustafa Denizli yüzünden yemiştim.



Aslına bakarsanız, Mustafa Denizli de, babasından hayatının ilk dayağını Alsancak Stadı’ndaki bir Göztepe maçı yüzünden yemişti.



Çeşmeli’ydi.

İstanbul’u hiç görmemişti ama, hasta Beşiktaşlıydı.

Çünkü, büyüdüğü mahallede terzilik yapan Emin ağabeyleri vardı, Akaretler’den Çeşme’ye taşınmış bir terziydi, çocuklara habire Beşiktaş’ı anlatıyor, kara kartal sevgisi aşılıyordu, onu dinleye dinleye Beşiktaş taraftarı olmuştu, fanilasına kömürden siyah bantlar çizer, Beşiktaş forması yapar, mahallede öyle oynardı.

Henüz 11 yaşındayken, öğrendi ki Beşiktaş İzmir’e geliyor, Göztepe’yle maçı var, “balığa gidiyorum” diye evden çıktı, tek başına İzmir’e gitti, hayatında ilk kez Beşiktaş’ı seyretti, çok mutluydu.

Çeşme’ye son otobüsü kılpayı yakaladı, haliyle eve geç kalmıştı, hava kararmıştı, mahalleye döndüğünde herkes sokaktaydı, herkes onu arıyordu, annesi bayılmıştı, kolonyayla ayıltıyorlardı.

Çeşmeli çilli çocuk, babasından ilk kez dayak yedi.



(Babası Giritli, annesi Selanikliydi, evlatlarına Mustafa Kemal sevgisiyle Mustafa adını vermişlerdi, müthiş yetenekti, Göztepe istedi, siyah-beyaz Altay’ı tercih etti, İzmir efsanesi oldu, gol kralı oldu, milli oldu, teknik direktör oldu, Galatasaray’ı Fenerbahçe’yi Beşiktaş’ı şampiyon yaptı, Türk futbolundaki Avrupa kompleksini yıkan adam oldu. “Nasıl başardın?” diye sorduklarında şu cevabı vermişti... “Tarihimize baktığımızda, Çanakkale savunması, Kanije savunması, Kahramanmaraş savunması, Gaziantep savunması, hep savunmaları kutluyoruz, Preveze zaferi bile savunma zaferidir, hücum ettiğimiz ve kazandığımız tek zafer, Kurtuluş Savaşı’dır, ben bunu örnek aldım, savunmayı değil, hücum etmeyi tercih ettim!”)



İzmirli bir futbolsever olup da, manevi SİT alanımız Alsancak Stadı’nda benzer hatıraları olmayan yoktur.

Göztepe ve Altay, Türk futbolunun iki temel taşıydı.

Tee 80 yıl önce Süperlig’in kuruluşunda bile varlardı.

Onlarsız Türk futbolu düşünülemezdi.



Türk futboluna Avrupa kapılarını açan kulüptü Göztepe.

Avrupa’da yarı finale yükselen ilk Türk takımıydı.

Altay desen, Kuvayı Milliye kahramanlarımız Mustafa Necati bey, Şükrü Saracoğlu, Celal Bayar tarafından kurulan, Fahrettin Altay’a Atatürk tarafından soyadı olarak verilen kulübümüzdü.



2002’de Akp iktidar oldu.

2003’te hem Göztepe hem Altay küme düşürüldü.



Yenersin yenilirsin, çıkarsın inersin, futboldur, hepsi olur.

Ama sportmence olmalı, centilmence olmalı.

Öyle olmadı.

Akp’ye oy vermeyen, iktidara teslim olmayan İzmir, dünya spor tarihinde görülmemiş şekilde cezalandırıldı, adeta intikam alındı.



Göztepe’nin tüm mallarına haciz konuldu, elektriği suyu bile kesildi, transfer yasağı konuldu, bütün şehirlerin spor kulüplerine maddi yardım yapılırken, Göztepe’ye yardım eli uzatmaya çalışan İzmir büyükşehir belediyesine müfettiş ordusu gönderildi, dava açıldı.

Bu görülmemiş linç nedeniyle, Göztepe her sezon bir alt kümeye düştü, ikinci lig, üçüncü lig derken, amatöre düşürüldü, amatöre!



Altay nefessiz bırakıldı, ikinci lige düşürüldü, üçüncü lige düşürüldü, en dibe ittirildi.



Göztepe ve Altay’la beraber, aslında Karşıyaka, Altınordu, İzmirspor, bütün İzmir halkı cezalandırıldı.

Türkiye’nin üçüncü büyük şehri, stadyumsuz bırakıldı.

Alsancak Stadı yıkıldı, yıllarca yenisinin yapılması engellendi.

İzmir varlık içinde yokluğa mahkum edildi.



Buna mukabil...



1970, Kasımpaşa yok.

1980, Kasımpaşa yok.

1990, Kasımpaşa yok.

2000, Kasımpaşa yok.

2002, Kasımpaşalı iktidar oldu.

2004, Kasımpaşa üçüncü lige,

2005, Kasımpaşa ikinci lige,

2006, Kasımpaşa birinci lige,

2007, Kasımpaşa süperlige çıktı.



1999, Kayseri yok.

2000, yok.

2001, yok.

2002, yok.

2003, Kayserili başbakan oldu.

2004, isim hakkı ayarlandı, futbolla çıkamayan Kayseri, siyasetle süperlige çıkarıldı.

Kayserili cumhurbaşkanı olunca, bir Kayseri takımı daha, Erciyes de süperlige çıkarıldı.



Londra belediyespor var mı?

Paris belediyespor?

Hani nerede Berlin belediyespor?

Siz hiç New York belediyespor diye bir şey duydunuz mu?

Bizde icat ettiler.

Hiç taraftarı olmayan belediye kulüplerine, belediye kaynaklarıyla dev bütçeli kadrolar kurdular.



Melih Gökçek’in takımı Ankara büyükşehir belediyespor’u Ankaraspor adıyla özelleştirdiler, süperlige çıkardılar, adını Osmanlıspor olarak değiştirdiler.



Stadyumlardan Atatürk adını sildiler.



Renklerini bayrağımızdan alan kırmızı-beyaz milli formayı turkuaz yaptılar.



Yandaş müteahhiti futbol federasyonu başkanı, Katar’ı yayıncı kuruluş yaptılar.



Başakşehir diye bir takım yoktu.

Başakşehir diye bir ilçe bile yoktu.

Önce İstanbul büyükşehir belediyesporu süperlige çıkardılar, sonra Başakşehir ilçesini kurdular, sonra İstanbul büyükşehir belediyesporun adını Başakşehir olarak değiştirdiler.

Tribün geliri yok.

Forma geliri yok.

Reytingi yok.

Dayata dayata, illa şampiyon yaptılar.



Sezonlar akıp geçti.

Küçük Menderes nehri gibi, Meles çayı gibi, Poligon deresi gibi aktı gözyaşlarımız... Kahrolduk, ama asla teslim olmadık.

Ömrümüzden yıllar çaldılar.

Göztepelilerin 15 yılına, Altaylıların 18 yılına maloldular.

Sabırla mücadele ettik.

Neticede başardık.

Göztepe süperlige çıkmıştı.

Şimdi, Altay da geldi.

Varlığıyla onur duyduğumuz Mustafa Denizli’yle beraber geldi.



İzmir futbolunu siyasetin gücüyle imha etmişlerdi... Trajik yangının küllerinden doğan İzmirimiz gibi, Göztepe ve Altay da küllerinden yeniden doğdu.



Biat etmeyeni yok etmeye çalışanların, itiraz edeni cezalandıranların, sıklet merkezlerini iktidar baskısıyla kaydırarak, toplumu zorla şekillendirmeye kalkışanların, hezimetidir bu!



Sonda söyleyeceğimi başta söylemiştim.

Bu bir futbol yazısı değildir.

Çünkü, futbol asla sadece futbol değildir.

Top’lumun aynasıdır.



Göztepe’den sonra Altay’ın geri dönüşü... Türkiye’nin fabrika ayarlarına dönüşünün miladıdır, kanıtıdır.