Dünya emoji istatistikleri açıklandı.

Türkiye’deki sosyal medya mesajlarında en çok “kahkaha atarken mutluluk gözyaşları fışkırtan” emojinin kullanıldığı ortaya çıktı.

Kadın-erkek, genç-yaşlı, hepimizin favori emojisi kahkaha.



Eşzamanlı olarak, dünya duygu durumu araştırması açıklandı.

“Gülümseme” kategorisinde sonuncu olduğumuz ortaya çıktı.

Gün içinde en azından bir kez olsun gülümsediniz mi diye soruluyor, Türkiye’de her 100 kişiden 57’si hayır cevabını veriyor.



Sosyal medyada dünyanın en çok kahkaha atan ülkesiyiz.

Ama, insanlarımızın ruh halinde dünyanın en asık suratlı ülkesiyiz.



Sanal dünyadaki suratımız kahkaha atıyor.

Gerçek dünyadaki suratımızdan düşen bin parça.



İlk defa 2004 yılında manşet yapmıştım Murat’ı.

Hemşerimdir.

Murat Karabulut.

İzmir’de takside çalışıyordu, yevmiyeyle şoförlük yapıyordu.

Akşama kadar direksiyon sallıyor, üç kuruş para kazanıyor, e haliyle geçim sıkıntısı çekiyor, evde hır çıkıyordu.

Bir sabah, bıçak kemiğe dayandı, eşi dayanamadı, bavulu topladı, dört yaşındaki kızlarını da alıp, babaevine Foça’ya kaçtı.

Murat da peşinden tabii...

Kayınpederin kapısına dayandı.

Kızın sende kalsın, kızımı bana ver dedi.

Kayınpeder bi saniye burda bekle dedi, içeri girdi, torununu getireceğine, av tüfeğini getirdi!

Murat namluyu görünce topukladı ama, kayınpeder tetiğe bastı, gravvv, tam kafasına denk getirdi iyi mi... Ense köküne 40 saçma isabet etti.

Murat yüzükoyun yere yapıştı.

Komşular yetişti, dooğru hastaneye götürdüler, ameliyat üstüne ameliyat, bir ay bitkisel hayatta kaldı, anca üç ay sonra gözünü açabildi.

Kefeni yırtmıştı ama, beyninde hasar oluşmuştu.

“Gülme hastalığı”na yakalanmıştı!

Öldürmeyen Allah, güldürmüştü!

Sol bacağını ve sol kolunu kullanamıyordu ama, katıla katıla gülüyordu.

Bu vaziyette iş bulabilmesi imkansızdı, işsiz kaldı, Manisa Saruhanlı’nın Taşdibi köyüne, babaocağına sığındı.

Arada kahveye çıkıyor, muhabbet etmeye çalışıyordu, ancak, “tarlama icra geldi, traktörüme haciz geldi” filan gibi, en tatsız mevzular anlatılırken bile krize giriyor, yerlere yatıyor, durumu kavrayamayan köylülerden tekme tokat dayak yiyordu.

Güya engelli maaşı bağlandı.

Üç ayda bir 650 liraydı.

İlk maaşını çekmeye gittiğinde, kasıklarına ağrılar saplandı, bununla mı geçineceğim derken, gülmekten az daha bayılıyordu.

Her sabah her akşam, günde iki defa ilaç içmek zorundaydı, içmezse, sabaha kadar gül gül uyuyamıyordu.

(Rahmetli Kemal Sunal’ın 1990 yılında vizyona giren “Gülen Adam” filmi vardı, rahmetli Kartal Tibet çekmişti. Yoksulluk, haksızlık, işsizlik, evsizlik, kepazelik, başına her ne türlü dram gelirse gelsin, gülüyordu. Filmin sonuna doğru çocuğu dünyaya geliyor, ömrü hayatında ilk defa ağlıyordu. “Mutluluktan mı ağlıyorsun?” diye sorduklarında, “acaba onu bu dünyaya getirmeye hakkım var mıydı” cevabını veriyordu. İşte o film, Murat’ın bünyesinde gerçek olmuştu.)

2008 yılında bir defa daha manşet yaptım Murat’ı...

O gene gülüyor, bizler yazıişlerinde gözyaşlarımızı tutamıyorduk.

Çünkü, hayattaki tek dayanağını, babasını kaybetmişti.

Cenaze namazında kendine hakim olamıyordu, kıkırdamaya başladı.

İnsanın bu trajik çaresizliği yazarken bile ağlayası geliyor...

Ne yapsam diye düşündü.

Elleriyle yüzünü kapattı.

Musallaya koştu.

Babasını kucaklar gibi tabuta sarıldı.

Ki, görenler hıçkıra hıçkıra sarsıldığını zannetsin diye.



Sanal dünyanın en çok kahkaha atan ülkesiyken, gerçek dünyanın en az gülümseyen ülkesi olduğumuz ortaya çıkınca... Aklıma Murat geldi.



Peşpeşe yaşadığımız feci olaylarla, her gün defalarca “beynimizden vurulmuşa” döndüğümüz için, tıpkı beyni hasar gören Murat gibi, hüngür hüngür kahkaha haline geleceğimiz belliydi.