F35’lerimizi vermiyorlar.

F35’lerin yerine F16 vermiyorlar.

F35’ler için ödediğimiz 1.5 milyar dolarımızı da geri vermiyorlar.



Çünkü...



Tee 160 yıl önceydi.

Ruslarla kapışmak üzereydik, savaşın eli kulağındaydı.

Tüfek lazımdı.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri “tez haber edin, Bulak bey huzuruma gelsin” dedi.

Bulak bey, Washington büyükelçimizdi.

Asıl ismi, Edward Blacque’tı.

Fransızdı, eşi Amerikalıydı.

Gavur’dan huylanan sayın ahalimiz “bu ne biçim müslüman” demesin diye, “Edward bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak bey” şeklinde tercüme etmişlerdi.

Doğma büyüme Edward’ı, sayın ahalimize Bulak bey diye kakalamışlardı.

Neyse, Bulak bey geldi.

Fevkalade bir öneri getirdi.

“Martini Henry marka tüfeklerden alalım, en iyisi bu” dedi.

Hani şu “at Martini debreli hasan” diyoruz ya...

Veya “aynalı Martin yaptırdım da narinim.”

İşte o Martini Henry.

Drama Köprüsü ve Hekimoğlu türküleriyle Anadolu kültürünün parçası haline gelen Martini Henry, tek kurşun atıyordu, kara barutluydu, çok şiddetli patlama sesi çıkarıyordu.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerinin aklına yattı, “fevkalade olur” dedi.

Bulak bey baktı ki, padişahımız efendimiz helva gibi... Daha fevkalade bir öneri getirdi.

“ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company’den alalım, özel bir şirket, daha ucuz olur” dedi.

Buna da “fevkalade olur” denildi.

Tanesi 15 dolardan 300 bin Martini aldık.

Süngüsü 1 dolar 25 sent’ti.

16 dolar 25 sent’e geliyordu.

Ama, ödemeyi ABD dolarıyla değil, İngiliz şiliniyle yapacaktık.

O niye?

Çünkü, şirket Amerikan’dı ama, tüfek İngiliz malıydı.

Kendisi Fransız, eşi Amerikalı olan, güya Türk büyükelçimiz, Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı tüfek ayarlamıştı!

Hayırlara vesile olmuştu!

Kabzasına da padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerinin tuğrası işlenmişti, pek fiyakalıydı, pek beğenildi.



Gel gör ki...

Tool şirketi durup dururken “ödemeyi geciktirdiniz” diye mazeret uydurdu, gecikme filan olmadığı halde, hepsini vaktinde tıkır tıkır ödediğimiz halde, 48 bin Martini ve dört milyon mermiyi teslim etmedi.

Üstelik “beni zarara uğrattınız” diyerek, tazminat davası açtı!

N’ooluyor azizim demeye kalmadı...

“50 bin Martini daha sipariş ederseniz, hem vermediğimiz Martinileri veririz, hem de tazminat davasını geri çekeriz” dediler.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri düşündü taşındı, “peki” dedi iyi mi... 50 bin Martini daha sipariş etti.

Tool şirketi -ki bu kadar enayilik üzerine ben de olsam aynı şeyi yapardım- parasını ödediğimiz tüfekleri gene vermedi!

Elini verip kolunu kaptıran padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri, hukuk yoluna başvurdu, ABD mahkemelerinde karşı dava açmaya karar verdi.

Ama küçük bir pürüz vardı...

“Burada öyle kafana göre dava açamazsın, teminat göstermen lazım” dediler.

Padişahımız efendimiz naapsın, Konya, Kastamonu ve Adana vilayetlerinden gelecek vergileri teminat olarak gösterdi.

Dava nihayet açıldı.

Tam duruşmalar başlıyordu ki...

Tool şirketi iflas ettiğini açıkladı!

Böylece, hem ödediğimiz paraları kaptırdık, hem de 48 bin tüfek ve dört milyon mermi yerine babayı aldık.

Üstüne bir bardak soğuk su içtik.



Gel zaman git zaman...

Gene savaş çanları çalıyordu.

E tabii memlekete yönelik tehdit sadece karadan gelmiyordu, denizden de geliyordu, donanma lazımdı.

İngilizler fevkalade bir öneri getirdi.

“Şahane savaş gemilerimiz var, isterseniz size satalım” dediler.

Osmanlı tahtında başka bir padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri oturuyordu ama, kafa aynı kafaydı, “fevkalade olur” dedi.



Vickers şirketine zırhlı sipariş ettik.

Parasını İngiliz bankasına tiko ödedik.

İsmi “Reşadiye” olacaktı.



Vickers’ın rakibi Armstrong şirketi, sarayımıza haber gönderdi.

“Brezilya devleti bize savaş gemisi yaptırdı, ama biz sizi çok seviyoruz, sizi çok takdir ediyoruz, isterseniz bu gemiyi Brezilya’ya vermeyelim, hemen paketleyip size verelim” dediler.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerinin aklına yattı, “fevkalade olur” dedi.

Onun parasını da İngiliz bankasına tiko ödedik.

İsmi “Sultan Osman” olacaktı.



27 bin ton ağırlığında, 204 metre boyunda, buhar türbinliydiler.



Reşadiye gemimiz denize indirildi.

Denizcilik gelenekleri gereği burnunda şampanya şişesi kırılacaktı.

Bu şeref, Londra büyükelçimiz Tevfik beyin kızı Naile hanıma verildi.

Şampanya şişesi getirdiler.

Kabul etmedik.

Gülsuyu şişesi kırdık!

Dünya tarihinde burnunda gülsuyu şişesi kırılan ilk gemiydi.



Tören gayet güzeldi, gayet itibarlıydı ama, törenden sonra gemi teslim edilmedi.

Çünkü “hazır” denilen geminin sadece kaportası hazırdı, donanımı devam ediyordu.

Aynı şekilde, öbür şirketin “Brezilya’ya yaptık, dört dörtlük hazır” dedikleri gemi de hazır mazır değildi, tersanede kızaktaydı.



Aslına bakarsanız, türlü türlü bahanelerle bizimkileri oyalıyorlardı.

Gemileri vermeye niyetleri yoktu.



Rauf Orbay komutasında 1.200 kişilik mürettebatımız, gemilerimizi teslim almak üzere İngiltere’ye gelmişti.

İki aydır haybeye bekliyorlardı.



Sözleşme gereği teslim alacağımız gün, şak... İngiltere devleti gemilerimize el koydu!



Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri, Vickers şirketine ve Armstrong şirketine derhal telgraf çekti, “parasını son kuruşuna kadar ödedik, gemilerimizi verin” dedi.

İngiliz şirketleri cevap verdi...

“Bize gemileri yapın diye para ödediniz, biz de gemileri yaptık, gerisi bizi bağlamaz, gidin İngiltere devletine hesap sorun” dediler!



Bunun üzerine, padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri, İngiltere büyükelçisini huzuruna çağırdı, “gemilerimizi niye vermiyorsunuz?” diye sordu.

İngiliz büyükelçi tane tane izah etti...

“Sizin dünyadan haberiniz yok ama, dünya savaşı başlamak üzere, gemi memi vermeyiz, bence en iyisi üstüne bir bardak su için” dedi!



“Bari paramızı geri verin” dedik.

“Paranızı İngiltere devleti almadı, paranızı gemiyi yaptırdığınız şirketler aldı, bize ne, biz sadece gemilerinize el koyduk” dediler!



Reşadiye gemisinin ismini Erin yaptılar.

Sultan Osman gemisinin ismini Agincourt yaptılar.

Birinci Dünya Savaşı’nda bize karşı kullandılar!



O gün itibariyle gemiler için kaptırdığımız parayı bugünkü kurdan hesaplayınca, bir milyar dolara tekabül ediyordu!



Ama rezalet bununla sınırlı değildi.



Vickers ve Armstrong şirketlerine, ayrıca, Fatih ve Mesudiye isminde iki muhrip, altı torpido bot ve iki denizaltı sipariş etmiştik.

Bu siparişlerin de, bugünkü parayla 250 milyon dolara tekabül eden ilk taksitlerini ödemiştik.

Bu taksitlerin üstüne de soğuk su içtik.



Reşadiye ve Sultan Osman zırhlıları için cephane bile İngiltere’de satın alınmış, depoya konulmuştu.

Cephanemize de el koydular.



Reşadiye ve Sultan Osman zırhlılarının ihtiyacı olan kömür bile İngiltere’de satın alınmış, depoya konulmuştu.

Kömürümüzü bile vermediler.



Bitmedi...



Aynı dönemde, İtalya’ya bir muhrip ve iki denizaltı, Fransa’ya sekiz torpido bot sipariş etmiştik.

Bu siparişlerin, bugünkü parayla 300 milyon dolara tekabül eden ilk taksitlerini ödemiştik.

İngilizler gemilerimize el koyunca, İtalyanlar ve Fransızlar da salağa yattı, paralarımızın üstüne yattılar.



(Vickers şirketi bugün yok.

1999 yılında Rolls Royce bünyesine katıldı.)



(Armstrong şirketi de bugün yok.

1963 yılında, dünyanın en büyük savunma sanayi şirketlerinden BAE Systems bünyesine katıldı.)



1.5 milyar dolardan fazla para ödeyip, ala ala anca “maket” aldık!



Çünkü... Armstrong şirketi, “size işte bu muhteşem savaş gemisini yapıyoruz” diyerek, Sultan Osman gemisinin maketini yapmış, padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerine hediye etmişti.

Bu hazin maket, Heybeliada Deniz Lisesi’nde camekan içinde duruyordu.

Ekstra hazin tarafı, Heybeliada Deniz Lisesi’ni kapatıldı, Sultan Osman maketini Beşiktaş Deniz Müzesi’nin deposuna koydular.

Şimdi bildiğim kadarıyla Mersin Deniz Müzesi’nde sergileniyor.



Ve bilahare, kendilerine “Yeni Osmanlıyız, dünya lideriyiz” diyen bu arkadaşlar iktidara geldi.



F35’lerimizi vermiyorlar.

F35’lerin yerine F16 vermiyorlar.

F35’ler için ödediğimiz 1.5 milyar dolarımızı geri vermiyorlar.

İngilizler valla bonkör adamlarmış...

Amerikalılar bunlara maket bile vermiyor, maket bile!