Alınteri dökerek çalışanların keriz, kısa yoldan köşeyi dönenlerin kurnaz zannedildiği yıllardı... Banker furyası başlamıştı.

Meşhur bir banker vardı, aslında çay ocağı işletiyordu, henüz 18 yaşındaydı, kendini banker ilan etti, öbür bankerler ne faiz veriyorsa bir puan fazlasını veriyorum dedi, bir yılda bir milyar lira tokatladı.

Hiç unutmam, İzmir Hatay’da Nokta durağında bir berber vardı, bildiğin berber, müşterilerine “ben bankerim” dedi, acayip faiz verdi, açgözlülükten gözü dönen sayın ahalimiz evini otomobilini satıp, berbere yatırdı, bir sabah baktılar ki, berber yok.

Piyasada ne kadar dolandırıcı varsa, alayı banker oldu.

Yaşı 50’nin üstünde olanlar gayet iyi hatırlar, bankerlere para yatırmak için kuyruk oluyordu!

Penceresine “banker” diye levha takıp, apartman dairelerinde banka gibi şube açıyorlardı, sıra numarası dağıtıyorlardı, öylesine kalabalık oluyordu ki, para yatırmak için merdivenlerde sıra bekliyorlardı.

Bir gecelik faizi bile kaçırmamak için “mesai bitmeden yatırsak da yarına kalmasak bari” diye endişeleniyorlardı!

Sayın bankerlerimiz sayın gazetelerimize çarşaf çarşaf reklam veriyordu, televizyonların reklam kuşaklarını komple kapatıyorlardı, en şöhretli sanatçılarımız banker reklamlarında ballandıra ballandıra rol alıyordu.

Sayın basınımız o dönemde de gene böyle haysiyetsizdi, bankerlerin poposunu öpüyorlardı, pohpohlaya pohpohlaya manşetlere çıkarıyorlardı, memleket ekonomisine kadar kadar faydalı olduklarını, ne kadar itibarlı işadamları olduklarını yazıyorlardı.

Korona salgını gibi yayılan banker furyası, 22 ay sürdü.

İki bine yakın bankerimiz olmuştu.

Kimisi İsviçre’ye kaçtı, kimisi Suriye’ye kaçtı.

Türkiye’nin gayrisafi milli hasılası 8 trilyon lirayken, bankerlerimiz 150 milyar lira toplamışlardı, 3 milyon kişi dolandırıldı.



Bankerler ortadan kalkınca, sayın ahalimiz boşluğa düşmüştü.

Acaba paramızı nereye yatırsak diye kafa yoruyorlardı.

Yeşil sermaye icat oldu.

Almanya’da mantar gibi türediler.

Davul tozu minare gölgesi, abra kadabra, hokus pokus şirketleri kurdular, camilerde tezgah açıp para topladılar.

Dinibütün hükümetimizin bakanlarıyla kol kola açılışlar yaptılar.

Sayın şerefsiz basınımız “Anadolu kaplanı” olduklarını yazıyordu, mütedeyyin işadamlarımızın Türkiye’ye döviz yağdırdıklarını, istihdam sağlayarak işsizliği önlediklerini anlatıyorlardı.

Bu Anadolu kaplanlarından bir tanesi “zihin okuma cihazı” icat etmişti!

“Bu cihaz beyinlerden geçen düşünceleri okuyor, yazıya döküyor, henüz tam geliştirilmedi, şimdilik sadece 72 saatlik zihin okuyabiliyor” diyordu.

Peki cihaz tam olarak geliştirilince ne olacaktı?

“Kainat makinesi” olacaktı.

Detaylı detaylı anlatıyorlardı, “kainatta mevcut bulunan Hazreti Muhammed’in Hazreti İsa’nın hayattayken çıkardığı ses dalgalarını uzaydan toplayacak, süzecek, televizyonlarda canlı olarak yayınlayacak” diyorlardı.

Faize haram diyen sayın mütedeyyin ahalimiz, bu makineye ortak olup, kâr payı alabilmek için iki milyar euro verdi iyi mi!

Neticede...

Hokus pokus şirketlerine yatırılan paralar hokus pokus oldu.

Gayet de pişkindiler.

Bir tanesi basın toplantısı düzenlemişti mesela... “Topladığımız 300 milyon euronun 250 milyon eurosu maalesef battı, hedeflediğimiz fabrikalarımızı hayata geçiremedik, sayın ortaklarımız üstüne bir bardak soğuk su içsin” demişti!



Neyse ki, sayın ahalimizin imdadına Jet Fadıl yetişti.

Türkiye’nin ilk yerli otomobilini icat etmişti.

Beş şehirde fabrika kuracağını, 1 milyon 250 bin adet otomobil üreteceğini, her sene 12 milyar dolarlık ihracat yapacağını, şimdilik 300 ülkeye distribütörlük verdiğini söylüyordu.

Gerçi dünyada 300 ülke yoktu ama, olsundu.

Koç Grubu’nda bile 90 bin kişi çalışırken, bu arkadaş tek kalemde 264 bin kişi çalıştıracağını söylüyordu.

Baktı ki para yağıyor...

“Ben size bir de toplu konut yapayım” dedi.

Sayın ahalimiz pek memnun oldu, bavullara doldurup doldurup 230 milyon euro verdiler buna!

E tabii, Türkiye’nin bu büyük başarısı Hıristiyan aleminde büyük kıskançlık yarattı, Türkiye’yi devamlı kıskanan Almanya, kalkınmamızı engellemek için yerli ve milli Jet Fadılımızı tutuklamaya kalktı.

Jet Fadılımız Türkiye’ye kaçtı.

Kafasına gül yaprakları dökülerek karşılandı.

Sayın ahalimiz tarafından “milletvekili” seçildi!

Otomobil ve toplu konut projeleri vesilesiyle “en büyük reklamveren” haline gelmişti, sayın omurgasız medyamızı paraya boğuyordu.

Benim için de tatlı bir hatırası var...

O dönemde çalıştığım gazetenin reklam müdürü beni patrona şikayet etmişti.

“Yılmaz Özdil gazetemize zarar veriyor, sayın Fadıl beyin dolandırıcı olduğunu yazıyor, bu asılsız ithamlar Fadıl beyi üzüyor, bize reklam vermeyeceğini söylüyor” demişti.

Kendimi affettirebilmek için, patronun ve reklam müdürünün de bulunduğu bir yönetim toplantısında öneri sundum...

“Gazeteyle birlikte bul karayı al parayı ilavesi verelim, şahane tiraj yaparız, 30 kupona Galata Kulesi’ni verelim” dedim.

Bu makul önerilerim maalesef kabul görmedi.

Kaderin cilvesi...

Çok kısa süre sonra o reklam müdürünün ekonomi servisindeki bazı yavşaklarla birlikte gazeteyi dolandırdıkları ortaya çıktı!

Reklam paralarını kendi ceplerine cukkalayıp, reklam yayınlamak yerine, bedavadan yıkama yağlama haberleri yaptıkları anlaşıldı.

Yıkama yağlama haberlerine açıktan ödeme yapıldığı için, reklamverene çok daha ucuza geliyordu.

Neyse...

Fadıl bey tutuklandı.

Hapisten çıkar çıkmaz, devremülk işine girdi.

Maldiv adalarında devremülk sattı.

Sayın ahalimiz koştura koştura paraları getirdi, Maldiv adalarına yatırım yaptı.

Küçücük bi pürüz vardı...

Ortada ada yoktu.

İnşaatı boşver, tabure koymak bile mümkün değildi.

Memleket ekonomisine büyük katkı sağlamasına rağmen kıymeti bilinmeyen Fadıl bey gene tutuklandı.



Çok şükür ki, memleketimize katkı sağlamak isteyen yerli ve milli gençlerimiz vardı.

O güne kadar bulaşıkçılık ve overlokçuluk yapan 25 yaşındaki arkadaşın biri, internette çiftlikbank kurdu.

Beğendiğiniz ineğin üstünü tıklayıp, şahsi banka hesabıma parayı yatırın, ineğin etinden sütünden size kâr payı ödeyeyim dedi.

Etin kilosu 70 lirayken, ineğin tanesini 50 liraya satıyordu.

Saman ithal eden ülkenin ahalisi, bu teklifi çok mantıklı buldu.

Şahsi hesabına tiko para 500 milyon lira yatırdılar.

Adına şiirler yazdılar, şarkılar bestelediler, Fatih Sultan Mehmet’e bile benzettiler, tekbirler getirerek alkışladılar.

Naapsın...

Paraları balyaladı, Uruguay’a kaçtı.

Uruguay’la aramızda suçluların geri iadesi antlaşmamız yok.

Uruguay’dan inek ithal ediyoruz, bu arkadaşı ithal edemiyoruz.



Ve, dün...



İnternet üzerinden kripto para satan bir arkadaş, 400 bin kişiden milyonlarca dolar topladı, Arnavutluk’a kaçtı.

Seksi kıyafetler giydirilmiş mankenlerle reklam yapıyordu.

Müşterilerine çekilişle Porsche hediye ediyordu.

Sayın medyamız kendisiyle röportaj üstüne röportaj yaparak şakşaklıyordu, finansal deha olarak manşet yapıyorlardı, örnek işadamı olarak dergilere kapak yapıyorlardı.

Televizyonlardaki ekonomi programlarına sponsor oluyordu.

Sayın ahalimiz de para yağdırıyordu.

12 milyar dolarlık işlem hacmine ulaşmıştı.

Halbuki...

İnternetteki kripto para borsaları Türkiye’de herhangi bir kanuna veya herhangi bir otoriteye bağlı değil, kripto para satılan internet siteleri kapatıldığı anda herkesin parası sıfıra inmiş oluyor!

Üstelik...

Sayın ahalimizin “kripto para uzmanı” diye balya balya dolar yatırdığı bu arkadaşın kim olduğu bile bilinmiyor!

Eğitimi bile bilinmiyor, sayın lavuk medyamız o kadar röportaj yapmıştı, merak edip eğitimi soran bile olmadı, reklam vermesi yeterliydi.

27-28 yaşında olduğu tahmin ediliyor, çünkü yaşı bile bilinmiyor.

Ailesi kim?

Bilinmiyor.

İkametgah adresi neresi?

Bilinmiyor.

2017 yılında Kadıköy’de bir ofis kiralamış, sayın ahalimiz şakır şakır para yatırmaya başlamış, sadece bu biliniyor.

Şirketinin yönetiminde kendisinden başka kimse yok.



Türkiye’nin ekonomi tarihi, kendisini çok kurnaz zanneden sayın ahalimizin hampadan para kapma sevdasının özetidir.

Bir koyup beş alma, avantadan mal mülk sahibi olma, çalışmadan köşeyi dönme merakının kaçınılmaz neticesidir.

Banka hortumculuğundan finansal krizlere kadar, hepsinin temelinde, sayın ahalimizin ibret almayan tamahı vardır.



Bir de asla sorulmayan şu soru vardır...



Engelli yurttaşlara mesela, alt tarafı bir tekerlekli sandalye almak için bağış kampanyası yapmaya kalktığında bile, seksen yerden izin alman gerekir, devletten izinsiz tek kuruş toplayamazsın.

Peki, bu arkadaş eşek yüküyle dolar toplarken, hiç soran olmamış mı?



Kendini kurnaz zanneden sayın ahalimizin bu tiplere para yatırması hiç şaşırtıcı değil ama... Sayın devlet büyüklerimizin bu işlerden hiç haberinin olmadığına inanacak kadar keriz var mı aramızda?