Yaşı 50 civarında olanlar eminim gayet iyi hatırlar, Dallas modası vardı.

Güya “pembe” diziydi ama, ihtiras, ihanet, intikam, yalan, iftira, her türlü alavere dalavere yaşanıyordu, yayınlandığı akşamlar sokağa çıkma yasağı gibi olurdu, herkes ekrana yapışırdı.

Ailenin büyük oğlu Ceyar, kötü niyet kavramının vücut bulmuş haliydi, hayatı entrikaydı, sadece petrol piyasasındaki rakiplerini mahvetmekle kalmıyor, sinsi sinsi sırıtarak babasını bile hortumluyordu.

Salgın gibi yayıldı.

Memlekette nerdeyse bütün tabelalar değişti, Dallas kafe, Dallas kuaför, Dallas market peydah oldu, Dallas eczanesi bile vardı.

Herkes birbirine “naber lan Ceyar” diye sesleniyordu. Ceyar’ın Bobby adında kardeşi vardı, beyefendi çocuktu, hiç kimse Bobby olmak istemiyordu, herkes Ceyar’ın ne yapacağını merak ediyordu.



Mükremin Çıtır... Bir baltaya sap olamamış, işsiz güçsüz, elde tespih, yumurta topuk serseriydi, izlenme rekoru kırıyordu.



Gelin-kaynana yarışması yaptılar, sayın ahalimiz yuva kurmaları için o kadar düzgün adayları seçti ki, damat uyuşturucu komasından öldü!



O kadar şarkı yarışması yapıldı, en çok kim sevildi?

Cinayetten sabıkası olan, esrarla yakalanan Bayhan!

Jüri üyesi Deniz Seki isyan etmişti, “nasıl olur da cinayetten sabıkalı biri ayakta alkışlanır” demişti, bilahare, Deniz Seki kokainden içeri girdi.



Polat Alemdar, ailemizin derin devleti... Tetikçisi Memati’yle beraber üniversitede konferans verdiler, salon inim inim inledi, Türkiye sizinle gurur duyuyor diye tezahürat yaptılar, dakikalarca ayakta alkışladılar.



Çukur dizisinde mevzunun ne olduğunu tam olarak anlamadım ama, her bölümde en az 25 dakika ateş ediliyor, orası güzel... İki ay seyretme, iki ay sonra seyret, bıraktığın yerden çatışmaya devam edebiliyorsun.



Recep İvedik.

Tüm zamanların gişe rekoru bu iyi kalpli zontaya ait.



Organize İşler filmini izlemeye doyamadık, Yılmaz Erdoğan sevimli dolandırıcı, Kıvanç Tatlıtuğ namuslu hapçı kabadayı, Cem Yılmaz hayırsever mafya babası, geriye kalanlar oto hırsızıydı.



Hıçkırıklarla dolu buruk aşk hikayesi, romatizm fırtınası ayaklarıyla, her kıstırdığını düpedüz yatağa atmıyor muydu Issız Adam?



Aşk-ı Memnu...

1899’da Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı, çok okundu.

1901’de kitap olarak basıldı, çok satıldı.

1975’te TRT’de dizisi yapıldı, çok izlendi.

2008’de Kanal D’de dizisi yapıldı, çok izlendi.

Behlül yüz yıldır yengesi Bihter’i düdüklüyor...

2050’de gene dizi yap, gene çok izlenir.



İlk bakışta tuhaf görünüyor ama, bize özgü, bizim tercihlerimize özgü bir durum değildir bu... Tüm dünyada böyledir.



Televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde sadece 26 konu vardır.

Aşk, ihanet, intikam, ihtiras, entrika, çatışma, korku, mizah...

Tüm dünyada, dön dolaş sadece 26 konudur.

Hiç değişmez.



Sergio Leone’nin spagetti westernleriyle, Shakespeare’in epik trajedilerinin temel odağı aynıdır, ihanet, intikam, yüzleşmedir.

Alfred Hitchcock’un gerilimleriyle Stephen King gerilimleri, istersen kıyaslamak için yirmi tane ansiklopedi yaz, neticede gerilimdir.

Jules Verne’in bilim kurgularıyla Matrix’in yaratıcısı Wachowski kardeşler’in vizyonu arasında, sadece teknoloji farkı vardır.

Pretty Woman’da komedi tarzında yaşanan tutkulu aşk, farklı zamanda, farklı mekanda, Vesikalı Yarim melodramıdır.

Titanic’in sonunda battığını bilmiyor muyuz, niye her defasında aynı heyecanla seyrediyoruz?

Hollywood’ta yapılan oylamada, The Godfather neden tüm zamanların gelmiş geçmiş en iyi filmi seçildi? Don Vito Carleone topluma örnek gösterilecek bir insan olduğu için mi?



Ekranda başarı dediğin kavram, bu 26 temel konuyu nasıl formüle ettiğinle alakalıdır.

Bazı filmleri, bazı dizileri tekrar tekrar seyretmemizin sırrı budur.

“Aynı” içerikte “farklı” olabilmektir.



Sedat Peker’in yakaladığı damar işte budur.

Milletin en sevdiği konuların “reality”sidir.

İhanet var, intikam var, ihtiras var, entrika var, çatışma var, gerilim var, korku var, mizah bile var...

Ve herkes biliyor ki, bugüne kadar seyrettiğimiz aynı içerikteki bütün dizilerden filmlerden farklıdır, çünkü ilk defa “gerçek”tir.