Meral Akşener’e küfür eden şehit abisine, Lütfü Türkkan küfür etti.



1984’ten bu yana terörle mücadelede hayatını kaybeden asker-polis-kamu görevlisi tüm şehitlerimizin tek tek listesini tuttuğum için, kontrol ettim, küfür meselesinde adı geçen şehidi bulamadım.



Şehit kardeşimizin kim olduğunu ve nasıl şehit olduğunu öğrenebilmek için sayın medyamıza baktım...



- Bingöl’deki abisi “havan bombasıyla şehit oldu” diyor, Adana’daki abisi “mayına basarak şehit oldu” diyor.

- Köyün muhtarı “14 yaşındayken” şehit olduğunu söylüyor, içişleri bakanlığımız “17 yaşındayken” şehit olduğunu söylüyor.

- Hürriyet gazetesi “havan mermisi” diyor, Yeni Şafak gazetesi “mayın” diyor, Sabah gazetesi bazı haberlerinde “havan bombası” diyor, bazı haberlerinde “mayına basarak” diyor.

- Anadolu Ajansı “14 yaşında” diyor, TRT “15 yaşında” diyor.

- Anadolu Ajansı “havan mermisiyle” diyor, TRT şehadet sebebini belirtmiyor.

- Takvim gazetesi “14 yaşında” diyor, Sabah gazetesi “17 yaşında” diyor.

- İçişleri bakanlığımız “köyün yaylasında” diyor, Akşam gazetesi “şehre atılan” havan topuyla diyor.



Gariban çoban İsa’nın hayvanlarını otlatırken terör kurbanı olduğu kesin, hiç şüphe yok...

Ama şurası açıkça görülüyor ki, aslında İsa’yı önemsedikleri filan yok.



Önemsiyor olsalardı, 1997 yılında hayatını kaybettiğinde haber yaparlardı, arşivlerinde olurdu, bugün de o haberin kupürünü yayınlarlardı.

Ne o döneme ait haber var, ne kupür.

O yüzden, ne yaşını biliyorlar, ne ölüm şeklini, ne yerini.

Hadise hangi ay yaşandı diye sor, o da yok.



Eğer bu iktidar şehitler konusunda hassas olsaydı... Hem astsubay oğlu Serhat’ı, hem subay yeğeni Serkan’ı terörle mücadelede kaybeden, şehit babası-amcası Mehmet Gençer’i, asrın liderimize hakaret etti diye, uydurma davayla, beş yıl hapis cezasıyla yargılayıp, bir yıl hapse mahkum ederler miydi?



Eğer bu iktidar şehitler konusunda hassas olsaydı... Astsubay oğlu Namık’ı terörle mücadelede kaybeden, şehit annesi Pakize Akbaba’yı, asrın liderimize hakaret etti diye, uydurma bir davayla, dört yıl hapis cezasıyla yargılarlar mıydı?



Oğlu Halil’i şehit veren şehit babası Ahmet Kömür’e, asrın liderimize hakaret etti diye, uydurma bir davayla 11 ay 25 gün hapis cezası verirler miydi?



Oğlu Kansu’yu şehit veren şehit annesine, yasa gereği Emekli Sandığı’ndan maaş bağlandı, sağlık karnesi verildi, kadıncağız oğlunun acısıyla felç olmuştu, tedavi gördü, 15 bin lira fatura çıkarıldı, “ölmüş kocandan Bağkurlu olduğun için Emekli Sandığı’ndan faydalanamazsın” dediler, maaşına haciz koydular.



Oğlu Özkan’ı şehit veren şehit babasına, oğlunun şehit düşmesinden sadece 20 gün sonra, alt tarafı 800 liralık elektrik borcu nedeniyle haciz gönderdiler, şehit babası erteleme istedi, kabul etmediler.



Kuzey Irak’ta mayına basarak sağ bacağını kaybeden gazi Nurettin, bankadan kredi çekti, 93 bin liraya elektronik protez bacak taktırdı, sayın yetkililerimiz faturayı pahalı buldu, bu parayı ödemedi, sadece 54 bin lirasını ödedi, 2015’te gazinin protez bacağına haciz geldi.



Ömür Gezdiren... Ömrünün en güzel günlerini terörist peşinde gezdiriyordu, mayın patladı, şakağına şarapnel saplandı, suratı darmadağın oldu, aylarca komada kaldı, kör oldu, beyninde hasar oluştuğu için parkinson’a yakalandı. Konuşmakta güçlük çekiyor, vücudu zangır zangır titriyordu. Baba yok. Kardeş yok. Hayattaki tek varlığı olan annesiyle oturuyordu. 2011’de Ayedaş’a gittiler, gazilere tanınan indirimden faydalanmak istediklerini anlatmaya çalıştılar. Görmüyor, heceleye heceleye konuşuyor, titriyordu, banko memuru sıkıldı! Evrakların eksik diyerek, kestirip attı. Tartışma çıktı. Güvenlik görevlisi Ömür’ün üstüne yürüdü, anne çığlık attı, Ömür panikledi, koruma içgüdüsüyle hamle yaptı, zaten sinir sistemi haşat, eline koluna hakim olamıyordu, bankoda duran elektronik sayaç düştü, kırıldı. Ömür bayıldı. Ambulansla hastaneye götürüldü. Bedensel çaresizliğinden asabı oynamış, krize girmişti, bayılma sebebi buydu. Yedi ay sonra... Kapı çalındı, postacı gelmişti, ellerine zarf tutuşturdu. Açtılar. Anne okudu, gazi dinledi. Mahkeme celbiydi. Kamu malına zarar vermekten dava açılmıştı, üç sene hapsi isteniyordu!

Hakkari dağlarında gözünü, beynini, hayatının geriye kalan kısmını bırakan gazi, sayın devletimize zarar vermişti yani!



2014’te Muş’ta vatani görevini yapan Uysal, şüpheli şekilde hayatını kaybetti, öldürüldü mü, intihar mı etti, tespit edilemedi. Sayın genelkurmayımız, Uysal’ın babasına resmi yazı gönderdi, Uysal’ın ölümüne sebep olan G3 mermisinin parasını istedi iyi mi... Merminin fiyatı 1 lira 11 kuruştu. Mazallah bu para ödenmezse, devletimizin hazinesi 1 lira 11 kuruş zarar ederdi!



2007 yılıydı, Şırnak’ta tuzaklanmış bomba infilak etti, vücuduna elektrik verilmiş gibi hissetti, sol koluna baktı, sol kolu yoktu, bacağına sanki kaynar sular dökülmüştü, baktı, bacağı da yoktu, doğrulmaya çalıştı, ayakucunda çukur vardı, baktı, bacağının parçaları duruyordu çukurda, kelime-i şehadet getirdi, çatışma devam ediyordu, tüfeği aklına geldi, tüfeğimi alayım vuruşayım diye düşündü, baktı, sağ kolu erimiş plastik gibi damlıyordu yere... O an farketmemişti ama, sol gözü de gitmişti. Yılmaz Yiğit... Kahraman ruhu teslim olmadı, ameliyat üstüne ameliyat, hayata tutundu, Işık Koşaner’in girişimiyle kol protezi takıldı, İlker Başbuğ’un desteğiyle ABD’ye gönderildi, aylarca tedavi gördü, protez bacak takıldı, artık hiç olmazsa ayakta durabiliyordu. 2014 yılıydı, Ankara’da belediye otobüsüne bindi, şoför “kartını bas” dedi, kollarını gösterdi, “gaziyim, ellerim yok, kartım arka cebimde, siz alır mısınız lütfen” dedi, şoför “ne demek elim yok, hayret bi şey yav, çıkartıp göstereceksin” dedi, tartışma çıktı, şoför efendi bağırdı, gazimize “hayvan oğlu hayvan şerefsiz, benim için mi gazi oldun” dedi!

Sayın hükümetimizin gıkı bile çıkmadı.

Yandaş medya “otobüsteki yolcular şoför lehine şahitlik yaptı” diye yazdı, halbuki yalandı, Akp’li belediyeyi savunmak için utanmadan bu yalanı bile yazmışlardı, otobüsteki yolcular karakola gidip gazinin lehine şahitlik yapmıştı.



Asrın liderimiz “şehitlik gazilik sektör haline geldi” demedi mi?



Asrın liderimiz, acısını haykıran şehidin kızkardeşine “senin ağabeyin de bu mesleği seçmeseydi” demedi mi?



Asrın liderimiz, artık şehit cenazesi istemiyoruz diyen vatandaşa “askerlik yan gelip yatma yeri değil canım kardeşim” demedi mi?



Albay Abdülkerim Kırca... Çatışma sırasında omuriliğine terörist kurşunu denk gelmiş, felç kalmış, tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş, varlığıyla onur duyduğumuz son cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in elinden devlet övünç madalyası almıştı... 2009 yılında teröristi şahit yaptılar, madalyalı gazi albayı “çete lideri” ilan ettiler, gazi albay tabancasını kafasına dayadı, tetiği çekti.



Yarbay Ali Tatar’ı kumpasla şehit ettiler, “mermiye kafa attı” diye alay ettiler.



15 Ağustos 1984... Milattı, bölücü terör tarihte ilk kez vurdu, bir saat sonra helikopterle bölgeye indirilen timin komutanı, bordo bereli efsane albay, değerli ağabeyim Hulusi Gülbahar’dı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terörle mücadele etsin diye gönderdiği ilk subaydı... Üstün cesaret ve feragat madalyalı gazidir. Bir defasında çatışma bölgesine gece karanlığında paraşütle atladı, kayalıklara inerken son saniyede ters rüzgar yedi, çakıldı, boynundan ağır yaralandı, günlerce hastanede yattı, ailesine bile haber vermedi. Hayatı boyunca bir defa bile olsun Batı’daki şehirlerimizde görev yapmadı, ömrünü terörle mücadeleye adadı.

Akp iktidarında kumpasla “terörist” ilan ettiler, hapse attılar.

Annesi duydu, madalyalı oğlu hakkında “terörist” diye yakalama kararı çıkarıldığı gün kalp krizi geçirdi, rahmetli oldu.



Asrın iftirasını bavulla taşıyan tetikçiyi “yılın gazetecisi” seçtiler bu ülkede... Terörle mücadele kahramanı subaylarımıza, yandaş medyada “rezil, ahlaksız, tecavüzcü, kepaze, iğrenç, pislik, kafatasçı, namussuz, vatan haini, lekeli, onursuz, katil, dinsiz” dediler.



Cephanelik patladı, 25 şehidimiz morgta yatarken, Akp valisi “hayat devam ediyor” diyerek genelkurmay başkanına sucuk hediye etti, Akp sözcüsü “ne var bunda, lokum bile ikram edilir” dedi, Akp bakanı “Hindistan’da Pakistan’da olur böyle şeyler” dedi.



Terör şehitlerini görüşmek üzere Tbmm olağanüstü toplantıya çağırıldı, Akp sözcüsü “bir kaç Mehmet şehit oldu diye Meclis’i toplayamayız” dedi.



Hakkari’de şehit düşen binbaşımızın bayrağa sarılı cenazesini, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda, portakal sandığı gibi, kamyonet kasasında taşıdılar.



Kanunu değiştirdiler, şehit ve gazi tanımını sildiler, şehidi “vazife ölümü”, gaziyi “vazife malulu” yaptılar. Böylece, koğuşta ranzasından düşüp ölenle, çatışmada hayatını kaybedeni bir tuttular.



Pkk’yla masaya oturdular, şehit aileleri çocuklarının kabri başında basın toplantısı düzenlemesin diye, Edirnekapı Şehitliği’ne ziyareti yasakladılar... İmralı’yı Kandil’i basına açtılar, şehitliği kapattılar!



Şehit cenazelerinde 1932’den beri Chopin’in cenaze marşı çalınıyordu, “ti” işareti veriliyordu, ihtiram yürüyüşü yapılıyordu. 86 senedir böyleydi. 86 sene sonra... “Dinimize aykırı” dediler. “Şehit cenazesinde müzik çalınması şehitlerimizin ruhunu ve şehit ailelerini rencide ediyor” dediler. “Şehitlerimiz varken, çalgı aleti kullanılması, kutsalımıza, maneviyatımıza ters düşüyor” dediler. Akp’nin diyanet işleri başkanı zart diye çıktı, “şehit, cami, tekbir ve Kuran’ın arasına bir müzisyenin girmesi doğru değildir, kültürümüze aykırıdır, cenazenin İslam geleneğinde bir adabı vardır” dedi.

O dönem... Afrin’de 52 şehit verdik. Çocuklarımızın henüz kanı kurumamıştı, asrın liderimiz şarkıcıları türkücüleri çalgıcıları bindirdi özel uçağına, sınır karakoluna götürdü, uçakta konserler verildi, şarkılar alkışlar eşliğinde yolculuk yapıldı, Hatay’a inildi, karakola gelindi, asrın liderimiz komandolar gibi kamuflaj giymişti, şen şakrak kahkahalar eşliğinde klarnet çaldılar, İbrahim Tatlıses yaylalar yaylalar’ı söyledi, dılo dılo yaylalar nakaratında hep beraber tempo tuttular, televizyonlarda naklen yayınlandı, alkışlar, neşe, keyif, gırla gitti, zabıta teşkilatında bile görülmeyen laubalilikle genelkurmay başkanının sırtına yaslanıp selfie falan çekildi.

“Cenazede müzik dinimize aykırı, şehitlerimiz rencide oluyor” diyen yandaş medyamız, “dev koro moral verdi, muhteşem performans, türküler büyük beğeni topladı, mest ettiler, sınır karakolunda şahane görüntüler, Afrin’de renkli anlar” manşetlerini attı.

 

Libya’da şehit verdik. Milletten saklamaya çalıştılar, tören mören yapmadan gizli gizli toprağa verdiler, tarihimizde görülmemiş duyulmamış bu rezalet ortaya çıkınca, bir kaç “tane” şehit var dediler.



Gazeteci Yazgülü Aldoğan’ı şehitlerimize hakaret ettiği iftirasıyla linç ettiler, miting kürsülerinden “işten atılsın” diye bağırdılar, “yüzüne tükürün” bile dediler... Halbuki, Yazgülü Aldoğan şehit kızıdır.



Koronavirüsle mücadelede hükümetin yanlışlarını haykıran Profesör Ahmet Saltık’ı “vatan haini” ilan ettiler... Profesör Ahmet Saltık şehit oğludur.



15 Temmuz darbe girişiminde beş tankı tek başına durduran kahraman dediler, gazi unvanı verdiler, gazi tazminatı verdiler, gazi maaşı bağladılar. Sahtekar çıktı.



Sayıştay’ın raporuna göre, sırf geçen yıl 177 kişiye şehit çocuğu olmadıkları halde, şehit çocuğu bursu verildiği ortaya çıktı.



Madem şehit abileri konusunda bu kadar hassassınız...

Yüzbaşı kardeşi Ali Alkan’ı şehit veren, yarbay ağabeyi Mehmet Alkan, kardeşinin cenazesinde acısını haykırdığı için, “32 yaşındaki bu vatan evladının katili kim, bunun sebebi kim” diye haykırdığı için, TSK’dan ihraç edilmedi mi? Sahte gizli tanık ifadeleriyle mahkemelerde üç yıl boyunca sürüm sürüm süründürülmedi mi? Hepsi iftira çıkmadı mı? Beraat etmedi mi?



Şehitlere “kelle” diyen kim?



Hepsi önemli ama, hepsinden önemlisi... “Gazi” Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okuyanlar, lanet okunmasına göz yumanlar kim?



E, sonra diyorlar ki...

Lütfü Türkkan’ın milletvekilliği düşürülsün filan.