Fransız politikacı Edouard Herriot... Fransa başabakanlığı, meclis başkanlığı, bakanlıklar, senatörlük, Lyon belediye başkanlığı yaptı. Büyük devlet adamı, tarihçi, yazar, düşünür... Cumhuriyetin 10. yılında Türkiye’ye geldi. Genç cumhuriyetin başkenti Ankara’yı, savaştan sonra neler yapıldığını, özellikle de eğitim alanında yaşanan sıçramayı gördü. Sonra, İstanbul’a geçti ve bir ağacı kestirmemek için Yalova’da köşkü yürüten Atatürk’le 3.5 saat sohbet etti. Fransa’ya döndüğünde kelimenin tam anlamıyla Atatürk fanatiği olmuştu. Konferanslar düzenledi, ölünceye kadar Atatürk’ü ve mucizesi Türkiye Cumhuriyeti’ni anlattı.

Ülkesindeki gazetecilere gördüklerini anlatırken şöyle bir şey dedi: “Ankara’ya gittiğimde Mustafa Kemal Atatürk’ün kulaklarının duyuyor olmasına çok şaşırdım! Türkiye’de kulakları duyan kişi var, onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar...”

Bu deneyimli siyaset ve edebiyat insanı ne demek istemişti acaba?

***

Bilim insanları Türkiye’nin dört bir yanı derya deniz ne güzel deyip övünmekle yetinmiyor, inceliyor, araştırıyor, dünyadaki örnekleriyle karşılaştırıp ‘eyvah’ diyor ve rapor hazırlayıp bunu ilgili yerlere gönderiyordu.

Bilim insanları, vatanın her karış toprağını seven mühendisler, mimarlar araştırıp, gözlem yapıp, test edip rapor üzerine rapor hazırlıyor yurtsever sivil toplum kuruluşları da bu raporları haykırırcasına kamuoyunun bilgisine sunuyordu.

Koca koca profesörler, doktorlar Türkiye’yi labratuvarlarına taşıyor. Mikrobu, mikrop üreten örnekleri, havayı suyu, toprağı, gübreyi, denize boşaltılan atıkları, lağım sularını, yediklerimizi, içtiklerimizi inceliyor çıkan sonuçlara önce kendileri şaşırıyor, bizlerin de şaşırması için gazete gazete gezip, televizyonlarda gözler önüne seriyordu.

Milletin efendisi köylü, en iyi bildiği şeyin tarımın ve üretimin elden kayıp gittiğini görüyor, traktörüne, tarlasına, ineğine gelen hacizlerden iliklerine kadar hissediyor ‘yandım Allah’ diye bağırıyordu.

Hiç işleri yokmuş gibi, dayak yemek, itilip kakılmak, gözaltına alınmak, gazlanmak ve can vermek pahasına bu ülkenin bir tek ağacına, dalına hayran parmakla sayılacak kadar az ama yürekleriyle dünya kadar kalabalık çevreciler nerede bir ihmal, ‘doğayı bozma operasyonu’ oraya koşarak çırpınıyor, ağacın, kuşun, suyun, geleceğin sesi oluyordu.

Göstermelik değil, gerçekten çevre dostu üç beş siyaset insanı Türkiye kazan onlar kepçe her yere yetişip, bilimsel raporları mecliste, medyada gösterip gelişmeleri anlatmak için çabalıyordu.

Ama doğamız biz Çılgın Türkler’e daha fazla dayanamadı. Salyaları ile her tarafımızı kaplamaya başlamış ders veriyordu ki, Çılgın Proje Kanal İstanbul’un temelinin yakında atılacağını öğrendik. Üstelik işi ‘ulaştırma’ olması gereken bakan ‘bilim insanıymış gibi, sanki araştırma yapmış da onun sonuçlarını açıklar gibi’ çıktı, ‘Kanal İstanbul açılınca Marmara cillop gibi olacak” dedi! Oysa, bu proje işi ilk söylendiği andan bu yana ‘korkusuz’ bilim insanları bağırıyor, raporlar hazırlıyor. Kanal İstanbul’u sakın yapmayın. Tuna Nehri’nin pisi kiri de girerse Marmara’yı artık kimse kurtaramaz diyordu...

20 yıldır sürüyor onların haykırışları, dert anlatma çabaları. Hazırlanan bilimsel raporların beyaz kağıtları raflarda sarardı soldu. Zaman o kadar uzun ki, bu uğurda can veren kahramanları bile unuttuk çoktan.

Peki duyuldu mu o haykırışlar, bırak milyar dolarlık ihaleleri beş kuruş beklemeden doğa için, bu ülkenin güzellikleri yarınlara da kalsın diye verilen mücadeleler? Kesinlikle hayır...

Yıllardır katledilen doğamızdan yükselen çığlıklara, insanların bağırışlarına, haykırışlarına, yalvarmalarına, Ankara’da kulakları duyan biri çıkıp ses vermez mi be kardeşim?

***

Şimdi anladınız mı, Fransız devlet adamı Edouard Herriot’un, “Ankara’ya gittiğimde Mustafa Kemal Atatürk’ün kulaklarının duyuyor olmasına şaşırdım” cümlesiyle ne demek istediğini... Bugün çıkıp mezarından gelse tekrar Ankara’ya ünlü tarihçi, cümlesini az değiştirip şöyle derdi sanırım: Gittiğimde ne göreyim, Ankara’dakilerin kulakları komple sağır, yürekleri de kör olmuş...