1891 yılında askeri idadilerin birinci sınıflarında 16, ikinci sınıflarında 17, üçüncü sınıflarında 20 ve dördüncü sınıflarında 17 saat olmak üzere haftada 70 saat ders okutulurdu. Dört yıla yayılmış olan toplam 2 bin 240 saatin ders dağılımı şöyleydi: Türkçe 224, Fransızca 608, fen dersleri 672, uygulamalı dersler 384, sosyal dersler 352 saat. İlginç olan ise, Osmanlı askeri idadilerinde o yıllarda Arapça dersi olmamasıydı!


O, işte bu okulu bitirdi. Mezun olurken, yabancı dili Fransızca ve bitirme notu ise en yüksek puan olan 45’ti.


1897’de Manastır Askeri İdadisi’nin 2. sınıfına geçince, Selanik’e döndü Fransızcası’nı geliştirmek üzere gizlice papaz okulunun özel sınıfına kaydoldu. Zayıf olduğunu düşündüğü yabancı dilini geliştirdi. Bu kurs için sonraları, “İki üç ay gizlice Frerler Mektebi’nin hususi sınıfına devam ettim. Böylece mektep derslerine nispetle fazla derecede Fransızca öğrendim” dedi. 1898 yılında Manastır Askeri İdadisi’nden Fransızca’dan en yüksek not olan 45’le mezun oldu.


Harbiye’de bir sınıf dönemi içinde 750 kişi arasında Fransızca’da üstün başarı gösterip öğrenci üniformasındaki çavuş işaretinin üzerine bir de sarı şerit ekletti. Artık Fransızca gazeteleri, dergileri ve kitapları daha rahat okur hale gelmişti. Harbiye’den, Fransızca’dan 38, Almanca’dan 42 not alarak mezun oldu.


Berlin Askeri Üniversitesi’nin müdürlerinden General Karl Litzmann’ın “Seferler Mevcudunda Takım, Bölük ve Tabur’un Muharebe Talimleri” adlı kitabını Almanca’dan Türkçe’ye çevirdi.


Bulgaristan’da askeri ataşe olarak görev yaptığından, sular seller gibi olmasa da Bulgarca öğrenmişti. Türkiye’ye gelen Bulgar heyetleri ile birebir görüşmeler yapıyor, bilgi alışverişinde bulunuyordu. Bütün Balkan gençleri gibi Rumca (Yunanca) ve Bulgarca’ya da aşinaydı.


Harbiye’ye girdiği yıllarda eğitime Prusya ekolü hakimdi. Fransızca’nın yanında Almanca ve Rusça seçmeli yabancı dil dersleri vardı. Harbiye’de Japonca öğretmeni olan Yamada Torajirö yıllar sonra, 1930’da Türkiye’ye ziyarete geldiğinde, okulda kendisinden Japonca dersi alanlar arasında O’nun da olduğunu söyledi!


Harbiye’de Japonca derslerine bile giren o isim, anladınız siz Mustafa Kemal Atatürk’tü elbette!


***


Çanakkale’de düşmanla göğüs göğüse savaşılan günlerde Sofya’da tanıştığı Madam Hilda ile Almanca mektuplaşıyor ona, “Sizin verdiğiniz Almanca derslerini asla unutamam” diyordu.


Savaş sırasında Çanakkale’de Mustafa Kemal ile görüşen Ruşen Eşref Ünaydın, notlarına şunu yazdı: “Masasının üzerinde Balzac’ın Colonel Chabert, Maupassant’ın Boule de Suif, Lavedan’ın Cervir adlı eserlerini görmek şaşırtıcıydı...”


Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmış, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanıydı. İki gece boyunca yatağa hiç girmedi bir ara. 40 saat falan durmadan okudu. Sade kahve içti, arada sıcak duş aldı ve kaldığı yerden okumaya devam etti. Gözleri şişmiş, sulanıyordu. Bu yüzden ıslak pamukla silerek sürdürdü. Okuduğu, H.G. Wells’in ‘Dünya Tarihinin Anahatları’ adlı İngilizce kitabıydı! Kitabı bitirdi, ertesi gün Türkçe’ye çevrilip basılmasını istedi.


Kütüphanesindeki 3 bin 995 kitap, bunlar arasında Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca kitaplar vardı ve hepsinde de ait olduğu dillerde yazılmış notlar...


Fransızca bilgisine çok güvenirdi. Ancak Almanca dil bilgisine de. 1930 yılında Alman gazetesi Vossigche Zeitung’a Almanca demeç verdi. Kur’an-ı Kerim’in, İslam Peygamberi’nin yaşamına ait bir kitabın Türkçe’ye çevrilmesi hakkında değerlendirmeler yaptı.


Özetleyeyim, Türkçe’yi çok iyi biliyor. O kadar ki, Harf Devrimi yaptı. Fransızca’yı sular seller gibi biliyor... Almanca’yı? Kitap çevirisi yapacak kadar iyi biliyor... İngilizce? İngilizce kitap okuyacak, “Bu çok yararlı bir kitap Türkçe’ye mutlaka çevrilmeli” diyecek derecede biliyor... Yunanca ve Bulgarca’ya hakim... Arapça, Farsça yazıyor, anlıyor, Trablugarp’te ‘gizli göreve’ gidebilecek kadar biliyor... Harbiye’den mezun olurken karnesinde Rusça notu bile var... Harbiye’de Japonca dersleri veren Yamada Torajirö bizzat kendisi söylüyor, dersleri hiç kaçırmazdı diyor! Ve bu dilleri öğrenirken, bir yandan cephe cephe savaşıyor, şehir şehir dolaşıp memleketi kurtuluşa hazırlıyor, yoktan ordu topluyor, Kurtuluş Savaşı veriyor, genç Cumhuriyet’i kurup onu yüceltecek devrimleri birer birer yaşama geçiriyor...


***


90 yıl sonra O dehanın kurduğu Türkiye Cumhuriyeti... Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali memleketimizi ziyarete gelmiş. Cumhurbaşkanı ile görüşmüş. Ortak açıklama yapıyorlar. Nobel Barış Ödülü sahibi konuk Başbakan, ülkesinde Etiyopya Halk Devrimci Demokratik Cephesi’nin de başkanı aynı zamanda. Devrimciliğini ve ‘Yurtta sulh, cihan da sulh’ sözünü örnek aldığı Mustafa Kemal Atatürk’ü mü es geçecek? Altını çize çize, “Büyük devrimci ve karizmatik lider Mustafa Kemal Atatürk” diyor.


Anaokulu çocuklarına İngilizce öğretiliyor artık. Onların bile anlayıp çevirebileceği bu cümleyi, anadili Türkçe’yi Mustafa Kemal Atatürk’e borçlu, işi gereği duyduklarını aynen Türkçe’ye çevirmek zorunda olan saray tercümanı, konuğun sözlerindeki bu bölümü nedense çevirmeye gerek duymuyor!


Acaba?


Yoksa o çok seçkin olduğu için saraylarda iş bulan tercüman hanımefendinin kulağına bir şeyler mi fısıldadı birileri?


Bütün gün bekledim. Bir yerden bir açıklama gelir, hiç olmazsa sıkıştıklarında hep yaptıkları gibi ‘pardon sehven’ der diye. Yok.. Mevzu Atatürk olunca saray suskun, her konuda tivit atan, itham eden, yargılayan, mahkum edenler suskun! Düşündüm, buna benzer bir durum Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında yaşansaydı ne olurdu diye... İnanmazsınız ama buldum! Her konuya olduğu gibi Türkçeye de, yabancı dillere de hakim olduğu için şunu yapmış...


Cumhuriyet Bayramı ve Ankara’daki elçilere, yabancı misyona yemek veriyor Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk. Yemekte, resmiyeti bozmamak adına hep yaptığı gibi davetli elçiler, önemli isimlerle iletişimi tercümanlar aracılığı ile kuruyor. Fakat, tercümanların performansını hiç beğenmiyor, çevirilerde bariz hatalar yaptıklarını görüyor. Bir susuyor, iki susuyor dayanamıyor. Anlayabilene tokat gibi şu cümleyi kurup, “Sizler de hep Fransızca konuşuyorsunuz. Fakat ben de Fransızca biliyorum! Şu halde, haydi bakalım bu dilde konuşalım öyleyse” diyor, o andan itibaren işe yaramaz tercümanları devre dışı bırakıyor...


***


Yıllardır yapıyorsunuz bunu, bıkmadınız hala... Atatürk’ün adını stadlardan, ana caddelerden, parklardan, kültür merkezlerinden kaldırabilirsiniz, elalemin takdir edip kurduğu cümlelerindeki Atatürk’ü tercüme ettirmeyebilirsiniz belki ama, Türkiye Cumhuriyeti ile özdeş olan adını kazıdığımız milyonlarca yürekten silemezsiniz!