“Altın düştüğünde alıyorum, çıktığında satıyorum. Aynı şekilde dolar düşünce alıyorum, yükselince satıyorum. Bu durum fırsatçılığa girer mi, dini açıdan bir sakıncası var mı Hocam?”

“Hocam, bazı insanlar tespih kullanmanın caiz olmadığını söylüyor. Hatta millet günaha girmesin diye camilerden tespihleri topluyorlar. Tespih kullanmak günah mı?”

“Hocam, yemek yerken bacak bacak üstüne atınca dini bilgisine güvendiğim insanlar tarafından uyarılıyorum. Acaba günaha mı giriyorum?”

“Ayak ayak üstüne atarak oturmanın dinen sakıncalı olduğu söyleniyor. Sakıncalı mı acaba...”

İnternette bu tür dini soruların, dini bilgisi geniş hocalar tarafından yanıtlandığı, diyanet işlerinin fetva hattı benzeri siteler var. Merak ettiyseniz açıp bakarsınız. Ben, “bacak bacak üstüne atmak sakıncalı mı” sorusunun yanıtını merak etmiştim. Benzer sorulara verilen yanıt hemen hemen aynı: Niyeti, Allah’a saygısızlık olmayan kimselerin bacak bacak üstüne atıp oturmasında, yemek yemesinde bir sorun olamaz!

***

Bacak bacak üstüne atma hadisesini 2019 yılında, o dönemin Konya Valisi Cüneyt Orhan Toprak sayesinde yaşamıştık. Öğretmenler Günü’ydü. Vali, kürsüde konuşuyordu. Birden kesti konuşmasını ve “Birader...” diye bir başladı, “Sen öğretmen misin... Öğretmen gibi otur da görelim” dedi. 

Ortalık buz gibi oldu. Vali, ön sırada oturan bir öğretmenin kendisini bacak bacak üstüne atıp dinlemesine sinirlenmişti... Fakat azarlanan, ayar verilen kişi öğretmen değil yerel gazetede muhabirlik yapan yorulmuş bir gazeteciydi! Olay çok konuşuldu. Gazete patronu ve ‘saygısız’ muhabir valiye çıkıp, özür diledi. Hatta gazeteci mesleği bıraktı. İşin ilginci, bir yıl sonra da vali, valilikten alınıp mülkiye müfettişi yapıldı!

Bacak bacak üstüne atmak memlekette mühim iş! Ne zaman nerede karşınıza çıkacak belli değil, dikkatli olmak lazım...

Geçenlerde dondurmacıda yaşandı mesela... 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Vahdettin Köşkü’ndeki mesaisini bitirip konutuna giderken Beylerbeyi’nde yolunun üzerindeki bir dondurmacıya uğradı, yurttaşlara dondurma ısmarladı. Küçük dükkanda sohbet eşliğinde dondurmalar keyifle yenirken, bir korumanın gözüne Erdoğan’ın hemen solundaki masada bacak bacak üstüne atmış dondurma yiyen kadın müşteri takıldı!

Koruma kadının ‘saygısızlığını’ görmüş kıvranırken, Erdoğan bu durumun farkında bile değildi. Korumanın aklına süper bir fikir geldi, kadına işaret diliyle ‘oturuşunuzu düzeltin’ dedi. Müşteri çok anlayışlı çıktı, çaktırmadan bir yandan külahtaki dondurmasını yedi, bir yandan da oturuşunu verilen ayar gereği ‘nizami ve saygılı’ hale getirdi! Koruma da bu duruma parmağı ile ‘zafer işareti’ yaparak karşılık verdi...

Dondurmacıdaki ‘oturma ayarına’ takıldı herkes, cep telefonu ile kaydedilen görüntünün uzun halindeki daha komik ayarı kaçırdı... Benim aklıma asıl o takıldı. Erdoğan’ın arkasındaki masada ısmarlanan dondurmayı oradaki herkes gibi yüzündeki maskeyi indirerek yiyen kadın için farklı bir yakın koruma dışarıdan telaşla geldi. Kadının önünde eğilip ona bir şeyler söyledi. Sözünü duymadık fakat, kadın alelacele maskesini yüzüne çekince anladık ki, ‘Erdoğan’a yakın olduğu için’ maskesini takması gerektiği söylendi. Kadın maskeyi taktı ama dondurma külahı elinde kaldı!

***

Niyeti ne Cumhurbaşkanı’na ne de başta birine ‘saygısızlık yapmak olmayan’ yurttaşa Cumhurbaşkanı umursamazken niye ayar veriliyor o zaman? Birine, Erdoğan’a mesela, bulunduğu ortamda ‘mum gibi’ oturunca mı saygı duyulur!

***

Yeri geldi, unutamadığım bir askerlik anımı anlatayım o zaman!

Gülmeyin... Öyle, “vurdum generalin kapısına tekmeyi” falan demeyeceğim.

Keşan’da yaptım askerliği. Bulgaristan sınırına yakın bir bölgede çok kapsamlı tatbikat yapılıyor. Yabancı askeri heyetler de var. Mürekkep yaladığımız için o yabancı heyetlerin tatbikatı izlediği karargahta görevliyim. ABD Ordusu’ndan bir üst rütbeli var, onun çantasını, evraklarını, eşyasını taşıyıp yanından ayrılmayan bir askerle ilişkisi ilginçti. O asker, komutanın gölgesi gibi bir an olsun ayrılmıyor peşinden ve derler ya çakı gibi. Adam, komutanı işle uğraşırken adeta nefes almıyor... Sonra bir ara ortam rahatladı, heyetler sağa sola çekildi. Mola verilmişti. Az önce nefes almadan duran asker ve yanındaki komutanı karşılıklı kahve almışlar, sohbet ediyorlardı!

Şaşırdım tabi. Arada uçurum sayılacak rütbe farkına rağmen karşılıklı kahve içiyorlardı şimdi. İş zamanı komutan komutandı er de er, mola zamanı herkes gibi ikisi de insandı!

O gün anladım; saygı denilen şey akılda olgunlaşır, yürekle hissedilir ayakla, bacakla, trışkadan duruşla değil...

***

Süslü laflarla şöyle geliştik, böyle ileri gittik falan deyip kandırmayalım kendimizi. 

Halimiz ortada. Bir arpa boyu yol...

Suç, kralda mı yoksa sorgulama zahmetine katlanmadan kraldan çok kralcı olma kolaycılığına kaçan bizlerde mi?

Geçti gitti artık. Ama şöyle olsaydı, işareti alan kadın oturuşumda ne var, ben kimseye saygısızlık yapmıyorum deyip ayağını indirmeseydi. Dondurma yiyorum kardeşim, bana maske tak diyorsun. Nasıl yenecek bu dondurma diye sorsaydı diğeri. Dünyanın sonu mu gelirdi?

***

Acı bir not... Dün bu köşede, ‘Öğreten Adam Sedat Peker’ başlıklı bir yazı okumuştunuz. Bilenler, bu başlığı görünce hatırlayıp, “Öğreten Adam ve Oğlu, yani Kaan Ertem” dediler... Evet, ben dünkü başlığı Leman dergisinin Leman olduğu dönemlerin unutulmaz usta çizeri Kaan Ertem’in yarattığı kahramanlara bir gönderme olsun diye seçmiştim. Kadere bakın, yazının yayınlandığı gün boşluğu doldurulamaz çizerimiz Kaan Ertem, henüz 53 yaşında kansere yenilip aramızdan ayrıldı. Cenazesi bugün saat 14:00’te Küçükyalı Kabristanı’nda toprağa verilecek. Umarım bana hakkını helal eder, Allah rahmet eylesin...