Benim belkide gazeteciliği sevmeme neden olan isimdir Hasan Pulur. Lise yıllarında Cumhuriyet, Milliyet mutlaka alınır, arkadaşlarla paylaşılırdı. Milliyet’in Milliyet olduğu zamanlarda ilk okuduğum Hasan Pulur olurdu. Renkliydi... Magazin anlamında değil. İçten, insana dair, gerçek... Adından belliydi Olaylar ve İnsanlar... Hiç karşılaşmadık ama 2015 yılında aramızdan ayrıldığında Türkiye sağlam bir kalemini, bense gençliğimin örnek gazetecisini yitirdim.

Bugün efsane bir gazetecinin kesip sakladığım bir yazısını, memleketin en çok okunan yazarı diye tanıdığınız ama benim için Türkiye’nin en güvenilir gazetecisi, daha da ötesinde arkadaşım Yılmaz Özdil için sizlerle paylaşacağım.

Güvenilir gazeteci olmak zor iştir yaşadığımız bu coğrafyada ve bu tarih diliminde. Tarihçiler yazacak mutlaka. Güvenilir gazeteci mesela adliyeden çıkmaz. Bir şu ilin savcısı çağırır ifadeye, bir bu ilin hakimi... Sosyal medyanın her kanalından sinirleri harap eden haksızlıklar, iftiralar cabasıdır. Yılmaz, gerçekten yılmaz bunlardan... Üzülür, kırılır, yüreği daralır elbette. Kim kırılmaz ki?

Fakat tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün 1925’te, “Devrim savcılarının, kendilerine verilen bu büyük görevin önemine uygun olarak gayretli ve çalışkan olacaklarına... En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcısı olacaklarına inancım tamdır” dediği gibi bilir; hukuk vardır, savcılar, hakimler vardır ülkemizde. Adalet eninde sonunda yerini bulur.

Biz kocaman bir ülkeyiz. İyimiz de var, azıcık defolu olanlarımız da. İyiler, zaman zaman sessizliğe bürünse de iyidirler ve oralarda bir yerlerdedirler, biliriz. Rahmetli Hasan Pulur ağabeyimizin yazısı iki postacı hikayesi aslında! Konumuzla ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. Çok ilgisi var... Bir öğretmen var mesela, çocukları yarına hazırlamak için çırpınıyor. Bir öğretmen var, diğeriyle aynı maaşı alıyor ama mesai bitsin kaçayım diye zil sesi bekliyor. Yani hayat bu, postacı vaaar, postacı var!

Aynı öğretmen okulundan mezun olmuşlardı. Gencecik delikanlıydılar. Aralarından su sızmıyordu. Ancak kurada biri başka ile, diğeri başka bir Anadolu köşesine atandı. Yıllar böyle geçti. O zamanlar telefon zordu, mektup vardı. Dostlukları evlenip çoluk çocuğa karışsalar da ailecek sürüyordu. Yaz tatillerinden önce mektuplaşıp, bu yıl hangi öğretmen kampında tatil yapacaklarına karar veriyorlardı. Tatil yaklaşırken İstanbul’daki öğretmen Konya’da görev yapan arkadaşına mektup yazdı. Selam sabah, bu yıl nereye gidiyoruz... Arkadaşı kısa sürede dönerdi ona, bu kez olmadı. Zaman daralınca binbir güçlükle telefon etti haberleşip anlaştılar. Mektubu unuttular. Tatil güzel geçti. Bir ay sonra herkes evlere dönmüştü. İstanbul’da bir gün kapı çaldı. Postacıydı. Bir zarf uzattı. Zarfın üzerinde damgalanmamış yer kalmamıştı. Damgaların arasından güçlükle seçti yazıyı: Kenya’da böyle bir adres bulunamamıştır!

Yaşlı tonton avukatın yanında sekreter olarak çalışıyordu genç kız. Aralarındaki ilişki çalışan patron değil, baba kızdı. Cumartesi günleri yarım gün çalışılır öğleye doğru, “İyi tatiller” deyip çıkılırdı. Genç kız mantosunu giydi, çantasını toparlıyordu ki tonton avukat seslendi. Gitti odasına. Kızım dedi avukat, şu dilekçeyi postaya verelim, müvekkilimiz imzalayıp geri göndersin. Haftaya, kaleme veririz. Sana zahmet olacak, giderken bayiden pul alıp posta kutusuna atıver... Tabi efendim dedi genç kız çıktı. Köşedeki (eskiden bayilerde posta pulu satılırdı) bayi tanıdıktı. Pul istedi. Adam, ah kızım kalmadı pul pazartesi gelecek demesin mi? Mektubu göndermesi lazım ama. Bayi pratik adamdı. Kızım dedi, zarfa pul parası iliştir postacı halleder. İyi aklınıza geldi dedi genç kız ancak bozuk parayı zarfa nasıl iliştirecekti? 5 lira değildi pul ama çantasından kağıt 5 lira çıkardı, iğne istedi bayiden. Parayı zarfa iğneleyip posta kutusuna attı, evine gitti.

Pazartesi oldu mesai hayhuyu başladı. Bir ara başını kaldırdı genç kız karşısında postacı vardı. Buyurun dedi postacı, elindeki bozuk parayı uzattı kıza. Kız şaşkın, bu ne diye sordu. Postacı yanıt verdi. Zarfa 5 lira iğnelemişsiniz, pul 2 liraydı. Bu da para üstü 3 lira!

Demek istediğimi anlatabildim mi acaba?