Tuzla Piyade Okulu’nda öğrenciyiz. Havaalanı çevresinde, dolu mataralar, beldeki kemerde mermi şarjörleri, çapraz tutulmuş şarjörsüz tüfekler, kasklar ve postallar dahil 5 kilometre koşu, sabah sporu! Ardından kilometrelerce uzaktaki yemekhaneye koşu, 10 dakika sabah kahvaltısı! Uygun adım bölük yatakhanesi. Süre 2 dakika, dolu mataralar dolaplara! Yetti mi, hayır! Uygun adım eğitim alanı...

Sert mi sert Bölük Komutanımız Hüseyin Yüzbaşı, eğitim alanında topladı bizi. Açız, yakmaya başlayan güneşin alnında susuzluktan yanmışız, üstelik yorgunuz. Dedi ki, bugün takımlar halinde arazide savaşa hazırlık yapmaya var mısınız? Hayır, yorgunuz bugün kalsın diyemedik tabi! Takım komutanlarının emirleriyle araziye yayılıp ellerimizdeki boş tüfeklerle tam siper... Yüzbaşı sessizce aralarda dolaşıyor. Durumu anlayamadığımız için bölüğün tamamı elde boş tüfekler yüzükoyun yatmayı dinlenme fırsatına çevirip aramızda fısır fısır konuşuyoruz. Yüksekçe bir yere çıkan komutanın gür sesi bozdu rahatımızı! “Aranızda susayan var mı?” diye bağırdı komutan. Çimenler üzerinde dilimiz damağımıza yapışmış haldeyiz ne diyeceğiz ki, “Eveeet” diye bağırdık. “Gönüllüler çıksın, gidip su getirsin” diye kükredi yine. Allah sizi inandırsın yorgunluktan benzi sararanların çoğu zıpkın gibi ayağa fırlayıp gönüllü oldu. Eksik kalır mıyım ben de tabi...

Ayağa kalkmamızla, “Tak tak tak tak” diye silah seslerinin yükselmesi bir oldu. Neye uğradığımızı şaşırdık. Komutan yüksek sesle ama bu kez acıyarak, “Hepiniz öldünüz” dedi!

Gerçekten de savaşın ortasında su almak için gönüllü olup ayağa kalkan neredeyse koca bir bölüğü görünmez düşmanlar keklik gibi avlamıştı... O tak tak sesleri ise, Yüzbaşı’nın talimatıyla havaya ateş eden takım komutanının silahından gelmişti.

Meğer Hüseyin Yüzbaşı, kendini bir halt zanneden biz üniversite mezunları, geleceğin yedek subaylarına iyi bir ders vermek için bölüğü kasten yorup, aç ve susuz bırakmış!

Sonra izah etti ‘bizi’ bize... Şunu dedi: “Türk milleti her türlü fedakarlığı gözünü kırpmadan yapar da, savaşın orta yerinde olsa bile susayınca mesela, maalesef ayağa kalkıp sizin gibi su bulmaya gider. Örnekleri çoktur gerçek savaş meydanlarında...”

Ders o gün için unutulmaz ve eğlenceliydi!

***

Top yok, silah yok, füze yok ama dünya neredeyse iki yıl oluyor acayip bir savaşın içinde. Türkiye de öyle... Görünmez düşman koronavirüs!

Daha yeni 60 kişi eksilmişiz... Resmi rakamlara göre 50 bin 376 yurttaşımız, sevdiğimiz, annemiz, babamız, oğlumuz, kızımız, teyzemiz, ninemiz, dedemiz, komşumuz bu virüs yüzünden artık aramızda değil. Dünyada can verenlerin sayısı 4 milyon 200 bine ulaştı!

Tüm yıldırma operasyonlarına rağmen doğruları söylemek konusunda direnen bilim insanlarımızdan biri, Prof. Dr. Mehmet Ceyhan sosyal medya hesabından, “Toplam vaka ve ölüm sayısı artık günlük verilmiyor, aktif vaka sayısını hesaplayamıyoruz ama yeniden 100 bini geçti. Yani, saptayamadıklarımızla birlikte aramızda virüs pozitif bir milyondan fazla kişi dolaşıyor ve çok bulaştırıcılar” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor.

Normal Covid-19’u çoktan unuttuk. Alfası var artık, betası var, gaması var, hele delta varyantı... Cephedeki bilim insanlarını tir tir titretiyor. Tehlike zaten büyüktü, katlandı insan kıyımı halini aldı. İşler çığrından çıkıyor...

Manzara böyleyken Türkiye’yi yönetenler ne yaptı? Aşılı aşısız, pozitifi negatifi 83 milyonu denetimsiz, önlemsiz ‘maske+mesafe+hijyen’ tavsiyesi ile kendi haline bıraktı.

Kendi haline bırakılınca Türkiye’de yaşayan bizler ne yaptık? Size Yüzbaşı Hüseyin’in dersini anlattım ya, aynısını!

Savaşın orta yerinde, en karanlık, en acımasız, en kıyıcı zamanlarda komple ayaklanıp tatile çıktık...

Kimimiz köyüne gitti virüsüyle birlikte, kimimiz Bodrum’a, Antalya’ya. Geçenlerde haber vardı, Bayburt’un nüfusu ikiye üçe katlanmış tatile gelenlerle. Kimimiz tatil için yer değişikliği yapamasa bile, mesela İstanbul’un mesire yerlerinde alt alta üst üste mangal yaktık, sahillere akın ettik, balık tuttuk Boğaz’da, Galata Köprüsü’nde. Bedavaydı, otobüsleri, metrobüsleri, trenleri, İstiklal Caddesi’ni, Eminönü’nü, vapurları, adaları hınca hınç doldurduk.

Sonuç?

Sonucu bilemem ama, ben kaç gündür Hüseyin Yüzbaşı’nın davudi sesini duymayı bekliyorum. Çıkıp bir tepenin üzerine şöyle diyecek yakında: Hepiniz öldünüz!