Hava çok sıcak, her yer kupkuruydu. Çalı dipleri, otların toprakla buluştuğu yerler bile. Tosbağa, ağzındaki yaprağı çiğnerken ağır ağır yürüdü.


Vidü vidü vidü vidü diye ötmeye başladı Çam Baştankaraları bu sırada. Hayırdır dedi tosbağa kendi kendine, bunların üreme dönemi de değil, niye ötüyor böyle eş arayıp bulamış gibi canı sıkkın?


Hışır hışır diye yanı başından gelen sese kulak verdi sonra. Kirpiydi. Selam verip tosbağaya incecik burnunu uzatıp kirpi, ne oldu tedirgin görünüyorsun dedi. Şu ağaç tepelerindeki çam baştankaralarına takıldı aklım, hararetli ötüşlerini anlayamadım da dedi tosbağa. Kirpi de dinledi sesleri, vidü vidü vidü... Evet dedi var birşeyler, insanlardan mı korktular acaba?


Tam herkes kendi yoluna gidecekken bir tavşan, bir tane daha, bir tane daha... Yıldırım gibi geçtiler yanlarından!


Ohooo dedi kirpi de tospağa da arkalarından. Yavaş olun, nereye böyle acele? Tavşanlar onları duymadı bile, zıplaya zıplaya toz oldular... İkisi de durup düşündü o an. Tavşanlar nereye gidiyordu, çam baştankaraları neden böyle telaşla ötüyordu?


Tosbağa başını kabuğundan çıkarmak ister gibi bir hareket yaptı, kafasını olabildiğince yukarıya kaldırdı. Derin derin içine çekti sıcak havayı. Kirpi de aynısını yaptı onu görerek. Ve aynı anda bağırdılar, yangıııın!


Kardeş dedi kirpi telaşla, yangın var kaçalım anca gideriz. Kendi doğal hızlarının üzerine çıkıp tavşanların gittiği tarafa yöneldiler.


Az gittiler ki karşılarına upuzun bir yılan çıktı. Kaskatı kesildi ikisi de. Yılan saldırma niyetinde değildi, “O yöne gitmeyin alevler her yanı sardı, ben buraya dar attım kendimi şu tarafa gidelim” dedi.


Hiç akıllarına gelmezdi yılanın peşinden gidecekleri... Nefes nefese kocaman bir öbeğin yanına kadar geldiler. Öbeğin her yanı karınca doluydu. Karıncalardan biri, durmayın buralarda kaçın. Biz de toprağın derinliklerine doğru tünellere sığınmaya çalışıyoruz deyip işine döndü.


Panikleri artmıştı, aniden karşılarında az önce koşarak giden tavşanları görünce bu defa da kan beyinlerine sıçradı. Bir o yana bir bu yana koşup duran tavşanları gösetererek yılan, demek ki alevlerin ortasında kalmışız dedi!


Toroslar’ın çam ormanlarını yuva belleyen İspinoz, Anadolu sıvacısı, Alakarga, Karatavuk, Kirazkuşu, Alaca ağaçkakan, Çıvgın, Mavi baştankara, Kınalı keklik, Orman tırmaşıkkuşu, Çıtkuşu, Kara başlı iskete, Saka, Maskeli örümcekkuşu, Kulaklı orman baykuşu, Ak kuyruksallayanların yuvalarında yavruları vardı. Anne babaları uçup gidebilirdi ama ya yuvadaki yavruları? Çığlık atanlar, yardım isteyenler... Ormanda can pazarı yaşanıyordu.


İşte tam bu anda gökgürültüsü desen gök gürültüsü değil, yer sarsıntısı desen deprem deprem değil ama çok acayip bir gürültü geldi. Gürültü mü, cehennem gibi sıcaklık mı önce geldi bilemediler. Tosbağa yapabildiği tek şeyi yaptı, komple kabuğunun içine gizlendi. Son gördüğü şey, o koca yılanın kendi etrafında sıkıca dönüşüydü!


Sıcaklık arttı arttı arttı. Tavşanlar bir zıpladı, iki zıpladı sonra göz gözü görmez hale geldi... Sıcak duman doldu, ağaçların kovuklarına saklanıp kurtulacaklarını sanan sincaplar nefessiz kaldı.


Seslerin tamamını bastırdı çıtırtılar, kozalakların roket gibi viiyuuv viyuuv diye sağa sola düşüp yerlerde patlamaları, patladıkları yerlerde ateş topu yaratmaları, döne döne esen alev rüzgarları...


Tosbağalar, kirpiler, yılanlar kaçamadı, tavşanlar kaçamaya çalışırken tuzağa düştü, karıncalar toprağın derinliklerine inmeye çalışırken yukarıdan aşağıya 100 dereceydi ısı. Karıncalar kaçamadı, kertenkeleler, arılar, kuş yavruları, sincaplar, engerekler, örümcekler, uğur böcekleri kaçamadı.


Yaban domuzlarından şanslı olanlar kaçtı, tilkiler kaçtı, kurtlar kaçtı, çakallar kaçtı, tek tük ayı kaçtı, sırtlan, kara kulak, ala geyik kaçtı, karacalar kaçtı, yaban keçileri kaçtı, yırtıcı kuşlar kaçtı... Kaçmayı başaran tavşanlar mesela, kurtuldular mı? Bazıları evet. Ama bazıları tam kurtulduk derken, yangını fırsata çeviren tilkiler, çakallar, kurtlar ve yırtıcı kuşlar tarafından karşılandı. Alevleri yendiler, avcılara teslim oldular.


Kapkara oluverdi güzelim yeşillikler, alevlerin sarıp meşale gibi yaktığı ağaçlardan dumanlar tütüyordu. Alevler mi rüzgarı, rüzgar mı alevleri önüne katmıştı ama alevler taa ötelere gitmişti. Derin bir sessizlik kapladı karalığı. Epey sonra sessizlik hıçkırıklar, ahlar vahlarla bozuldu. Ormanın ortasındaki evi küle dönen eli yüzü simsiyah bir kadın ve bir adam çaresizce birbirlerine sarılmış, “Gitti, evimiz gitti, ocağımız yandı” diye ağlıyordu.


Sonra itfaiye araçları geldi. Ellerinde hortumlarla koşuyordu dört bir yana insanlar. Dumanı tüten eve su tuttular. Ortalık aniden ter içinde kaldı! İri iri konuşan bir itfaiyeci ağlayan çiftin omuzuna koyup elini teselli etti, “Mala gelsin, canınız sağ ya” dedi... Çevreyi kolaçan etmek için az yürüdü. Bir tosbağa gördü, kömür. Bir kirpi gördü, kömür. Bir yılan gördü kendi vücudu etrafına sımsıkı sarılmış, kömür... İçinden, “Burası karınca yuvasıymış, sıcaktan toprak şişip çatlamış. Yazık karıncalar da gitmiş” dedi.


***


Manavgat yanıyor... Kendiliğinden mi çıktı, hain eller mi çaktı kibriti belli değil. Evlere sıçradı alevler. Bir arazöz devrildi. Aracıyla yangına gözü kapalı koşan şoför ağır yaralandı. Umarız tez zamanda iyileşir. Evler, araçlar yandı. Tam bir felaket... Ama, yaralar sarılabilir. Evler onarılır, gerekirse yeniden yapılır. Devlet, devletliğini gösterir belki tutar ocağı yanan insanların elinden, er geç ayağa kaldırır.


Ya bizim dışımızdaki canlılar?


Araştırmışlar, o soğuk kanlı yılanlar bile çaresizce kendi vücutları etrafına sımsıkı sarılmış halde bulunuyormuş yanan ormanlarda!


Ormancıların sözüdür, “Evinde yangın çıkanlar iyi bilir. Etkisi yangın söndükten sonra bile devam eder” derler! Ormanlar da öyle... Alevler elbet biter, külü kalır ama o bölgede yokoluş yangını içten içe yıllarca devam eder!


Ve kendi vücudu etrafına sarılmış halde bulunan yılanlarlarla, yanan ocağını kurtaramayan çaresizce birbirlerine sarılıp ağlayan insanların kaderleri kesişir orman yangınlarında.