Hoca, günün birinde kepçeyi bakracı alıp göl kıyısına gider. Başlar elindeki kepçeyi göle daldırıp çıkarmaya. Görenler meraklanır, “Hocam, ne yapıyorsun öyle” diye sorar. Hoca, “Görmüyor musunuz göle yoğurt mayalıyorum” der. Kalabalık kahkaha ile gülünce Hoca bozulur, kendi kendine söylenerir: “Ben de biliyorum tutmayacağını, ancak ya tutarsa...” Saf ahali gülmeyi keser dağılır. Bazıları da ara sıra gidip göle bakar, yoğurt tutmuş mu diye!

***

Nasreddin Hoca böyledir...

Olmayacak duaya amin diyenlerin şakasını yapar, dokuz köyden kovduracak doğruları söylerken kendisiyle alay ediyormuş gibi yapar, zart diye söylenecek sözü üsturuplu hale getirir. Kelime oyunu yapar, ölümle bile alay eder, ima yollu taşlama yapar. İşte bu yüzden rivayet muhtelif taa Timur zamanından bu yana onun söylediklerine bir yandan güler, bir yandan acaba ne demek istedi diye düşünürüz.

Bazen eşeğinin sırtında pazara giden köylüdür, bazen bir komşu, bir alim. Bazen bilge bir kişi olur, bazen tabip, bazen kadı hatta başka bir ülkenin padişahına haber götüren elçi olur... Kılıktan kılığa girer yani. Bugün dönse aramıza Hoca; müsteşar olur, hakim olur, gereğini yapan savcı olur, genel müdür olur, kim bilir bakan bile olabilirdi belkide.

Her yıl, Haziran ayında Nasreddin Hoca Şenlikleri yapılıyor Eskişehir’de. Festivallerde Hoca kıyafeti giyen ünlü bir sanatçı elinde kepçe ve bakracı ile canlandırır onu, törenle göle maya çalar. Ben, rahmetli ve aslında modern Nasreddin Hoca olan Levent Kırca’yı unutamam. Üzerindeki kıyafeti, ak sakalı, tonton hareketleri ile hayallerimizdeki Hoca’yı bire bir karşımıza getirmişti.

Yaşasa eminim o kıyafetleri yine giyer, eline bu kez kepçe ile bakraç değil, bir oksijen tüpü alıp deniz salyası kaplı, yoğurda dönmüş Marmara Denizi kıyısına gider, Çevre Bakanı’na şaka yapardı! Elindeki tüpün ucundaki hortumu salyaların içine daldırıp çıkarır ve “Hoca, ne o denize maya mı çalıyorsun” diye soranlara, “Yok canım ne yoğurdu, ne mayası. Marmara Denizi’ni temizliyorum” der eklerdi: “Ben de biliyorum temizlenmeyeceğini ama, ya temizlenirse...”

Geçen gün, bu şaka aynen ve üstelik büyük bir ciddiyetle gerçek oldu!

Çevre ve Şehircilik Bakanı ve ekibi bir tekneye binip Kocaeli sahiline gittiler. Bakan, teknenin ucunda durdu ve Kanada’dan alınan denize oksijen takviyesi yapacak cihazlardan birini hazır bekleyen balıkadama teslim etti. Bu cihazlar, 30 metre derinlikte denize oksijen takviyesi yapacak, deneme sonuçlarına göre daha çok satın alınacaktı. Haber kanalları bu süper gelişmeyi ve Marmara’ya oksijen mayalama törenini yayınladı, gazeteler manşetlerden verdi.

İyiydi, güzeldi de bu cihazlar anca 450 metrekarelik alana oksijen basıyordu. Şimdilik 5 tane alınmış, 5 ayrı yere bırakılmıştı. Peki Marmara Denizi’nin büyüklüğü ne kadardı? 11 bin 350 kilometre kare!

***

Ülkeyi yirmi yıldır yönetiyorsunuz. İstediğiniz yasayı, kanun hükmünde kararnameyi çıkaracak güç, kuvvet ve iktidara sahipsiniz. Ne yaptınız bu ağzı var dili yok Marmara Denizi için? Ortaya çıktı, sadece seyretmişsiniz! Dereler, nehirler zehirle çağlayıp Marmara’ya akmış, siz bakmışsınız. İstanbul’un, Kocaeli’nin, Bursa’nın sanayisi, yaklaşık 26 milyon insanın helası, atıkları cumburlop Marmara’ya gitmiş, göz yummuşsunuz. Uzmanlar çalışıp çabalamış raporlar yazmış, açıp bakmamışsınız bile...

Aletle denize ‘oksijen mayalasan’ neresine yetecek foseptik çukuruna döndürülen Marmara’nın? “Ya tutarsa” deyip kıyıdan her gün baksan da nafile. Sana söyleyeyim, tutmaz bu maya!

Nasreddin Hocamız’ın hala ders veren fıkralarının yüzyıllardır hatırlanmasının altında yatan sırrı zekasıdır! Bu millet akılla yapılan şeyleri unutmaz. Dilden dile anlatır, yaşatır. Dostlar alışverişte görsün diye yapılan kötü şakalara ise şakşakçıların abartmasına rağmen üç beş gün güler, unutur gider.

Biliriz, çünkü Hoca uyarmıştır uyanıklara karşı bizi. Ya tutarsa deyip koca göle maya çalsan da yoğurt yapıp satamazsın!