Yakın tarihimizle ilgili tahlillerde indirgemeci ve ideolojik bakışlar, sağlıklı düşünmeye olanak tanımıyor. Tarihi hadiseler, olgular ve şahsiyetler çoğu zaman toptancı yargıların kurbanı. Geçen haftaki yazıma gelen mesajları da dikkate alarak söyleyeyim; ne Hamdi Yazır tek bir yönüyle değerlendirilebilir ne Mehmet Akif. Hamdi Yazır; İttihat Terakki’nin etkin bir üyesi, Abdülhamit karşıtı, saltanat ve hilafetin karşısında meşrutiyetin yanında, Sultan II. Abdülhamit’in “hal” fetvasının müsveddesini yazma iradesi göstermiş, Damat Ferit kabinesinde yer aldığı ve bakanlık yaptığı için İstiklal Mahkemeleri'nde idamla yargılanmış, kırk gün hapis yatmış ve sonunda beraat etmiş. Kendisine teklif edilen Türkçe tefsir projesini kabul etmiş ve yerine getirmiş. Görüşlerinde ve tefsirinde, felsefi ve sosyolojik akılcı yorumlarının yanı sıra gelenekteki izleği dikkate alan bir müfessir. Şimdi bu fotoğrafa bakarak gelenekçiydi veya Atatürk karşıtıydı ya da Atatürk’ün dünya görüşünü ayniyle kabul ediyordu gibi tek bir yargı cümlesiyle Hamdi Yazır anlatılabilir mi?

AKIL VE BİLİM Mİ, DİNSEL DÜŞÜNCEDE REFORM MU?

Mehmet Akif’e bakalım. M. Akif, milletin kurtuluşunu İslamcılık ideolojisinde görüyordu ama İslam’ın çağdaşlaşması gerektiğini söylüyordu. Abdülhamit’in istibdat ve hafiyecilik düzenine bütünüyle karşıydı. Sadece M. Akif değil; Said Nursi, Sait Halim Paşa, İskilipli Atıf Hoca gibi birçok İslamcı ismin Abdülhamit karşıtı olduğu bilinmektedir.

M. Akif, Safahat’ında Müslümanları çok sert eleştirir; ümmetin atalet ve cehaletle içinde olduğunu adeta haykırır. Müslümanların yaşadığı çöküşün çıkış yolunu insanlığın ulaştığı çağdaş düzeyi yakalamakta bulur. Bu noktada Atatürk ile örtüşürler; ancak Atatürk, çağdaşlaşmanın akıl ve bilimle olabileceğini savunurken, M. Akif, dinsel düşüncenin çağa uygun hale getirilerek bunun başarılabileceğini iddia eder. Prof. Dr. Niyazi Kahveci: Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün faaliyetine, din değil, “akıl ve bilim”in yön vermesini temel ilke olarak benimser. Atatürk, yapılması gereken pozitifliklerle meşgul iken, M. Akif, geri kalmanın nedenleri olarak Müslümanların negatifliklerinden söz eder” der. Şimdi, yukarıda Hamdi Yazır için sorduğumuz soruyu Mehmet Akif için de soralım. Demem o ki, günümüzde de aynı örgüt, aynı siyasi parti, aynı düşünce ekolü içinde oldukları halde (siyasilerden ve düşünürlerden) farklı yaklaşımları ortaya koyan onlarca örneğe tanığız. Tarihi her karakter, birbirini yok etmeye çalışan iki cepheden birinin neferi değildir. Tarihte benzer hedeflere bambaşka yollardan ulaşmaya çalışan görüşler vardır.

İNANCI TANRI SORGULAR, BİZ YAPILANLARA BAKARIZ

Demem o ki, devlet adamının bizi ilgilendiren yüzü ve yönü vatan ve millet için yaptıklarıdır. Dolayısıyla Atatürk’ün Kur’an’a nasıl baktığı değil, bu toplumu Kur’an’la nasıl buluşturduğu dikkate alınmalıdır. Atatürk Kur’an’a inanıyor muydu, nasıl inanıyordu, inancını nasıl yaşıyordu vb. soruların neye hizmet ettiğini anlamak için bu konuları kimlerin tartıştığına bakın; aslında bu kişiler öznel fikirlerini ve bugünü tartışıyorlar. Ekonomi başta olmak üzere toplumsal ve kültürel devasa sorunları saptırmanın kolay yolu dini eksene çekerek yakın tarihle kavgadır. Ancak tarihi kişilikleri birbiriyle kavga ettirmenin ekmeğini birileri yiyor olsa da zararını toplum çekmiştir. Burada şu tespiti yapmadan da geçmeyelim: Bu millet, inançlı gibi görünmüş ve fakat vatanının taşını-toprağını sömürmüş nicelerine tanıklık etmiştir

ATATÜRK’ÜN UYGARLIK ANLAYIŞI

Atatürk, toplumsal gerçeklikten yanadır aynı zamanda tarihsel durumu da dikkate alır. Yani toplumun hassasiyetlerinin farkındadır, bu toprakların çocuğu olarak toplumun Müslümanlıkla olan bağını bilir; diğer taraftan dünyanın dinamiklerini de çok iyi okumaktadır, tarihsel durumun laik-pozitif bir gidişata doğru gittiğini görür. Bu sentezi okuyamayan Atatürk’ün ne yapmak istediğini anlayamaz.

Atatürk’ün laiklik anlayışını veya söylediği birkaç sözünü dikkate alarak “dinle bağı yoktu” yargısı ne kadar yanlışsa, “Türkçe tefsir-meal yaptırdı Atatürk dindardı” hükmü de o kadar yanlış ve gereksizdir. Bu indirgemeci yaklaşımlar onun uygarlık anlayışının anlaşılmasının önünde engeldir. Demem o ki, Atatürk, toplumsal ihtiyaçları tespit ederken toplumsal zorunlulukları da dikkate almıştır. İhtiyaçları çağdaş medeniyet açısından değerlendirir. Dinin ise toplumsal bir olgu olduğunun farkındadır ve fakat Akif’in şiirlerinin teması olan, tefessüh etmiş dindarlıkla bir yere gidilemeyeceğini de görür. İşte kurmuş olduğu Diyanet bu sentezdir aslında; Türkçe Kur’an tefsirinin arkasında yatan espri de budur.

Atatürk, kendini merkeze koyan bir lider olmaktan ziyade toplumsal ve tarihsel durumu göz önüne alarak hareket eden bir liderdir. Başarısı ve ileri görüşlülüğü buradan kaynaklanır. Haftaya devam edelim.

(Ramazan Ayı’nın ülkemize ve tüm insanlığa sağlık, huzur ve bereket getirmesini Yüce Allah’tan diliyorum.)