Hakem olayından sonra Kûfe’ye çekilen Hz. Ali, Muaviye’ye karşı yeni bir sefer hazırlığı içine girer. Iraklı askerlerden yeterli desteği görmez ama büyük bir çabayla 40 bin kişilik bir ordu oluşturur ve sefere hazırlanır. Lakin Kûfe’de yaşayan Haricilerden Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazında saldırıya uğrar. Zehirli bir hançerle yaralanan Hz. Ali iki gün sonra vefat eder. (661) Hariciler, Muaviye’ye karşı olmalarına rağmen, Hz. Ali’yi aradan çıkartarak, Muaviye’nin halifeliğinin yolunu açmış olurlar.

Hz. Ali yaralıyken, Kûfelilerin ısrarlı taleplerini dikkate almaz ve yerine aday göstermez. Vefatının ardından, Kufeliler oğlu Hasan’ı halife seçerler. Hasan, Muaviye ile baş edemeyeceğinin farkındadır; babasının yanında topyekûn durmayan Kûfelilere güvenmemektedir, belli şartlar dahilinde Muaviye lehine hilafetten vazgeçer. Önce Muaviye ve taraftarlarını, sonra Hz. Ali’yi tekfir eden Hariciler, Muaviye ile anlaştığı için Hasan’ı da şirk koşmakla suçlarlar. Muaviye, 661’de Emevî devletini kurar. Kaynaklar, Muaviye’nin Cahiliye döneminin siyasi kültür anlayışı doğrultusunda bir devlet kurduğuna vurgu yapar. Kaderciliği iman esası haline getiren Muaviye, halife oluşunu Allah’ın kaza ve kaderiyle ilişkilendirir. Sonraki halifeler de bu yolu takip ederler ve Allah tarafından tayin edildiklerini, Allah’ın halifesi olduklarını, dolayısıyla kendilerine yapılacak en küçük bir isyanın Allah’a yapılmış olacağını tebaalarının zihinlerine nakşederler.  Muaviye, minberden Hz. Ali’ye lanet okur ve tüm valilerine de lanet okumalarını emreder. Hutbelerde lanet okuma adetini, Ömer b. Abdülaziz (717) halife olunca sonlandırır. Adaletiyle anılan Ömer b. Abdülaziz, Muaviye’den itibaren tüm hanedan mensuplarının gasp ettikleri malları tespit ettirmiş ve hak sahiplerine geri vermiştir.

ANA AKIMLARIN TEŞEKKÜLÜ    

Dört halifenin seçilme şekli de erken dönem Arap Müslümanlarının siyasi-kültür anlayışlarını yansıtır. Prof. Dr. Ahmet Akbulut, “Sahabe Dönemi İktidar kavgası” kitabında şu tespiti yapar: İlk Müslümanların kurduğu hilafet rejimi Arap geleneğinden doğmuş, sonraki Müslümanlarca İslamlaştırılmıştır. Kur’an’ın, yönetim şekli hakkında bir hüküm koymamış olması, bunu zaman ve mekâna göre ümmete bırakmış olmasındandır. Kur’an siyasi işleri düzenlememiş, inkâr etmemiş, yasaklamamış; bunları aklın, hükmün, siyasetin esaslarına göre düzenlemek üzere Müslümana bırakmıştır. Ancak tarih boyunca bu hayati gerçek göz ardı edilir. Aksine dinîleştirilen erken dönemin siyasi olayları, öne çıkan isimlerin tutumları itikadi mezheplerin parametrelerini oluşturmuştur. Hz. Osman’ın öldürülmesi, Cemel ve Sıffin savaşında yaşananlar; Şia, Havariç (Hariciler), Mürcie, Kaderiyye ve Cebriyye olarak isimlendirilen ana akımları belirlemiş ve onların uzantıları olan fırkaları ortaya çıkarmıştır. İktidarı ele geçiren her fırka diğerleri üzerinde baskı uygulamış, direnç gösterenlerden kimi ölüme mahkûm edilmiş kimi ise sürgüne gönderilmiştir. Bu durum Abbasiler döneminde iktidar olan Mutezile mensuplarında da görülür.

MEŞRULAŞTIRMANIN YOLU

Haricilerin başlattığı tekfir kervanına Şia da katılır. Birbirlerini küfürle itham eden grupların karşısında uzlaşmacı anlayış olarak Mürcie doğar. Mürcîler, Ali-Muaviye ihtilafında tarafsız kalırlar ve Cemel-Sıffin savaşında birbirini öldüren yüzlerce sahabenin imanını tartışmaktan kaçınırlar. Hariciler, birbirini öldüren sahabenin büyük günah işlediğini, dolayısıyla kafir olduklarını iddia ederler. Mutezile ise mümin olmasalar da dinden çıkmış sayılmazlar derken, Mürcie büyük günah işleyenleri Allah’a havale eder. İmanın ne olduğunu, mahiyetini ilk Mürcî alimler tartışmıştır.

Ezcümle, açıkça görülüyor ki, mezheplerin oluşumu İslam tarihinin değil Arap tarihinin bir sürecidir. İslam tarihi deyince akla gelmesi gereken, İslami düşüncenin tarih çizgisindeki serüvenidir. Mezhepler ise Arap kabilelerinin siyasal erk kavgasının kutuplarıdır. Demem o ki, iman amel ilişkisi ve bu zeminde ortaya konulan görüşler, siyasi kutuplaşmalar sonucudur. Her görüş kendi zıddını doğurmuş ve her biri kendi meşruluğunu Kur’an ve hadislere dayandırmıştır. Günümüzde de görüldüğü üzere her akım ve mezhep dinin kendisi haline gelmiştir. Oysa mezhepleri ve mezhepçiliği İslam olarak görmenin hiçbir Kur’an’i dayanağı yoktur. “Hep birlikte Allah’ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın.” Al-i İmran/103