Medeniyetlerin doğuş, yükseliş ve bitişe geçiş süreçlerinin tahlilleri insanlığa çok şey söyler. Başlangıç evresinde, yürürlükte olan kokuşmuş yapılarla (ekonomik-siyasi-kültürel) mücadele ederek yükselen dünya görüşleri, bugünle yarın arasında bağlantı kurma yeteneklerini kaybettikçe kendilerini tekrar etmeye başlarlar. En nihayetinde insanlığın somut sorunlarına yönelik çözüm teklif edemez hale gelirler ve miadlarını doldururlar.

Bugünle yarın arasında bağlantı kuramaz hale gelmek, toplum hayatındaki belirsizlikleri yönetememek demektir. Güven duygusunun ve hukukun üstünlüğünün kaybına işaret eden böyle bir ortam, piyasaların işlemesi önündeki en büyük engel haline gelir. Verimlilik ve etkinlik arayışlarının yerini fırsatçılık alır. Daha geniş ifade edersek rant kollama faaliyetleri yaygınlaşır. Rant kollama faaliyetleri ülkeyi üretimden uzaklaştırır. Bireyin karakterini erozyona uğratan bu süreçte geleceğe dair söylenecek bir şey kalmadığı için “geçmiş” ve “din” sürekli kurcalanır ve insanların manipülasyonunu kolaylaştıran bir makyaj malzemesi olur.

YIKIM İÇERİDEN OLUR

Müslüman karakterinin tecessüm ettiği isimlerden biri olan İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy din-ahlak-karakter ilişkilerindeki sorunları en iyi çözümleyen isimlerdendir. Onlarca köşe yazısına sığmayacak bu meseleyi veciz bir şekilde şöyle ifade eder:

“Dâhilidir sadme... Hariçten değil, asla değil!

Sonra olmaz, ez-kazâ dünyada bir şey, böyle bil!

Gökten inmez bir de hiçbir şey... Bütün yerden taşar;

Kendi ahlakıyla bir millet ölür, yâhud yaşar.”

Mehmet Akif, ahlakı, meselenin merkezine koyarken belki de toplum halinde yaşayabilmenin temel ilkelerine işaret ediyordu.  Akif’in “sadme” dediği felaket ve yıkım içeridendir; birey için de toplum için de bu böyledir. Ahlaki öğretilerin, inancın, dinin adından önce idraki mühimdir. Zarf-mazruf meselesi.  İdrak, karakter oluşturur ve karakter hayata yansır. Türk tarihinin ilk siyasetnamesi olarak bilinen Yusuf Has Hacib’in eseri Kutadgu Bilig’de ahlak kavramı “iş ve amel” olarak verilir ve fert, toplum ve devlet hayatının tanziminde gerekli olan ilkeleri anlatırken şu dört şahıs konuşturulur: Kün Toğdı (Hukuk-Adalet) Ay Toldı (Saadet-Devlet) Ögdülmiş (Akıl) Odgurmış (Kanaat-Akıbet) tir.  Gelmek istediğim nokta şu; geçen hafta sorduğum soruları hatırlarsak, İslam medeniyetini oluşturan biz Türkler ’in hayat tarzını dolayısıyla toplum karakterini oluşturan hangi ilkelerden bahsedebiliriz? Yusuf Has Hacib’in bin yıl önce ortaya koyduğu adaleti, aklı, saadeti ve kanaati devleti şekillendiren unsurlar olarak bugün yerli yerine koyabiliyor muyuz? Ve piyasalara bu karakter ne kadar hâkim?

ENFLASYON-AHLAK İLİŞKİSİ

Toplum halinde yaşamamız uzmanlaşma ve verimlilik artışının zeminini oluşturan iş bölümü sayesinde mümkün olmaktadır. Dürüstlük ve güvenilirlik ticaretin temel taşlarıdır. Öyleyse rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Piyasa çöküşleri ve ahlaki çöküşler eş anlı olarak ortaya çıkar, birbirini besler ve büyütür. Fiyatlar öngörülemez hale gelir. Her şey fiyat arttırmanın gerekçesi olarak kullanılmaya başlanır. Fiyatlar bu şekilde “arttığı için artar” hale gelirken sabit gelirli insanların gelirleri bu fiyatlar kadar artmaz. Yani satın alma güçleri her gün biraz daha düşer. Ve fırsatçılar için tekrar gün doğar. Malların gramajları azaltılır, kaliteleri düşürülür geniş halk kesimleri merdiven altı ürünlerin müdavimi haline getirilir. Ahlaksızlık böylesine yaygınlaşırken, çözüm olarak fiyatlar kontrolsüzce kontrol edilmeye çalışılır ise kriz derinleşir. Anlaşmalı oligopollerin kırılması, fırsatçıların cezalandırılması gerekirken kira sözleşmesi gibi vatandaşların kendi aralarındaki sözleşmelerine kısıtlamalar getirilmesi etkinsizlik, kavga ve kargaşa doğurur. Sorulması gereken soru şu: Toplumun iş-ticaret-üretim ahlakı, devlet müdahalesine gerek kalmaksızın rekabetçi bir piyasa oluşması adına yeterli midir?