Fıkıh kitaplarında ve mezheplerin yaklaşımlarında günümüz insanını aklen, dinen, vicdanen ve hukuken rahatsız edecek hükümlere rastlarız. Örneğin:

Dinden dönen (mürted) kişiye tekrar Müslüman olması için telkin yapılır. Bu kişinin şüpheleri ortadan kalkmadığı takdirde üç gün hapis cezası verilir ve telkine devam edilir. Buna rağmen Müslümanlığa dönmezse, dört ameli mezhebe göre de (Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli) o kişi öldürülür. Hanefilere göre mürted kadın ise dine dönmesi için zorlanır, gerekirse sopa cezası verilir. Mürtedin mal varlığına el konulur ve beytülmale (devlet hazinesine) devredilir. Ebu Hanife’ye göre mürtedin malları Müslüman varislerine verilir.

İnandığı halde namaz kılmayanın cezasına baktığımızda; Hanefilere göre büyük günah işlemiş olur ama dinden çıkmaz. Verilecek ceza ta ’zir cezasıdır. Şafiler, Hanbeliler ve Malikiler namaz kılmayan kişinin had cezası kapsamında öldürülmesi gerektiğini belirtir.

Dört mezhebin görüşüne göre de zina yapan ‘ölünceye kadar taşlanarak’ öldürülür.

Yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Dinin bütünlüklü yapısına, Kur’an’ın ruhuna ve toplumlar/dinler tarihine bakarak şu tespitlerimi dikkatlerinize sunuyorum:

1- Fıkıh alanında yazılmış binlerce kitap, yazarlarının ve zamanlarının koşullarını içeren subjektif yorumlardır. Tarihin akışı içerisinde, siyasetiyle, ekonomisiyle, kadına bakışıyla, aile yapısıyla, bilim ve düşünce hayatıyla iç içe geçmiş fıkhi yorumlardan bahsediyoruz. Uygulamalara gelince, İslam tarihinde ve Müslüman toplumlarda namaz kılmadığı için hapsedilen, dövülen veya öldürülen kişi yoktur. Yazılanlar alimlerin meseleyi uzatmaları veya abartmaları dolayısıyladır. Keza recm cezası da uygulanmamıştır. Peygamber döneminde bir iki vakadan bahsedilse de kesinliği tartışmalıdır. (Terör örgütlerinin uygulamalarını İslam’a mal etmek büyük bilgisizlik olur.)

2- Dini zeminde ortaya konulan bu hükümler toplumun kültürüyle doğrudan alakalıdır. Hristiyan ya da Yahudi toplumlarına baktığımızda benzer cezaları görürüz. Dinler, bir kültür üzerine gelir. O kültürdeki uygulamalar ile dinin uygulamaları iç içe geçer. Orta çağın bedeni cezalarını bütünüyle dine hamletmek, insanlık tarihinin infaz yasalarının gelişim sürecinden habersiz olmak demektir.  Antropolojik araştırmalarda, kültür tarihi çalışmalarında bahsi geçen bu husus çok daha net görülür. Fıkıh ilmiyle birlikte kadim toplumların yasaları da okunmalıdır.

3- Dinlerin hâkim olduğu devlet yapılanmalarında aidiyet oluşturması açısından toplumun hassas olduğu ritüeller devlet eliyle hukuksal zemine taşınmıştır; anayasal ve toplumsal düzeni korumanın bir parçası haline getirilmiştir. Orta çağın din temelli devletleri vatandaşlık bağını din üzerinden kurdukları için dinden dönme milliyetten dönme olarak algılanmış, cezalar dini değil siyasi reflekslerin sonucunda oluşturulmuştur.

4- Kur’an’da olmayan, Allah’ın ve Peygamberin demediği şeyleri dile getirmenin İslam’a vereceği zarar, İslam’ı dışarıdan eleştirenlerin vereceği zarardan çok daha fazladır. En acısı da Allah kendisini “merhametlilerin en merhametlisi” olarak tanıtırken, “merhamet etmeyi kendi zatına yazdığını” beyan ederken; “De ki, ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşanlar, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz o çok affedici, çok esirgeyendir” (Zümer/53) ayeti ortadayken; Allah’ı dayak, işkence, hapis, ölüm Tanrısı gibi tanıtmak kökten yanlıştır.

5- İslam’ı, ayrışmaların, kutuplaşmaların, ötekileştirmelerin öznesi haline getirmek İslam’ın yaratmak istediği barış yurdu anlayışına da terstir. Kesrette vahdet (çoklukta birlik) Anadolu kültürünün dinamosudur. Aynı evde namaz kılan da olur kılmayan da. Oruç tutan da olur tutmayan da. Başını örten de olur örtmeyen de. Büyükannelerin, dedelerin elinden tespih düşmez, torun inançla ilgili tartışmalarını yapmaktan geri durmaz. İnsanların nasıl ibadet ettiği ya da ibadet yapıp yapmadığı ile ilgili yorum yapmayı ayıp sayan (ibadet de kabahat de gizlidir sözünü hatırlatayım)  bu kültürün çocuklarına, ibadet ve öldürme kavramlarını yan yana getirerek dini/ibadetleri anlatmanın veya dayatmanın hiçbir izahı yoktur.

6- İbadetler arınmak içindir; huşu içinde zihnen ve bedenen yaşanan bir teslimiyet söz konusu ise ibadet anlamlıdır.  Cebir, şiddet, tehdit, ceza ve korku; münafıklık üretir. Kaldı ki, İslam, ‘La ikrâhe fiddîn’ (dinde zorlama yoktur) ayetini esas alır.

7- Tüm bunların da fevkinde olan şu husus asla göz ardı edilmemelidir: Allah dileseydi, ayette belirtildiği üzere, bütün insanları aynı din, aynı inanç, aynı iman, aynı düşünce, aynı bakış içinde yaratırdı. İnatla bu hususu görmezden gelmek, insanları tek tipleştirmeye çalışmak, “benim gibi inanacaksın, benim gibi ibadet yapacaksın, benim gibi yaşayacaksın” anlayışıyla hareket etmek; “kendisine inanmayı ve yalnızca kendisine ibadet etmeyi” özgür iradelere bırakan Allah’ın iradesine aykırıdır. Vesselam…