Siyasi manevralar ve iktidar kavgası” başlıklı yazıda, Sıffîn savaşına giden süreci özetlemiştik. Kaldığımız yerden devam edelim. Muaviye’nin taraftarları karşısında Hz. Ali’nin ordusu galip gelmek üzeredir. Bunun üzerine yeni bir taktik devreye sokulur ve Muaviye’nin askerleri, büyük Şam mushafını beş mızrağın ucuna takarak havaya kaldırırlar ve “aramızda Kur’an hakem olsun” diyerek Iraklıları Allah’ın Kitabı’nın hakemliğine davet ederler. Bu tutum Hz. Ali’nin ordusunu birbirine düşürür; Hz. Ali, bunun bir savaş hilesi olduğunu anlatmaya çalışsa da askerlerinden bir bölümü onu dinlemez hatta öldürmekle tehdit ederler. Böylece Ali, savaşı durdurmak zorunda kalır.

İki taraftan da hakem seçilir; Şam tarafının hakemi Muaviye’nin emriyle Amr b. As olur; Irak tarafının seçimi ise tartışmayla başlar ve Hz. Ali, kendisine isyan edenlerin ısrarı üzerine savaşa dahi katılmamış olan Ebu Musa El-Eş’ari’yi istemeyerek hakem tayin etmek zorunda kalır. Böylece siyasi manevralar hakem meselesinde de devam eder. Hz. Ali, dönen oyunun farkındadır fakat siyasi ve hukuki açıdan haklı olduğunu düşündüğünden, muhataplarına bile bile taviz verir. Aslında hakem olayının ardındaki neden halife seçimi değildir ama Hz. Ali’nin bunu kabul etmiş olması, Muaviye’yi kendisiyle eşit konuma taşımıştır. Kaldı ki, tüm kaynaklar Muaviye’nin ordusunun yenilmek üzere olduğunda hemfikirdir, Muaviye ilk hamlesini başarıyla gerçekleştirir.

Tefsir ve fıkıh otoritesi, aynı zamanda Hz. Peygamber’in amcasının oğlu Abdullah b. Abbas,  buluşma yerine gitmeye hazırlanan Ebu Musa’ya şu tembihte bulunur: “Ali’ye biat edenlerin, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a biat edenler olduklarını unutma. Ali’de onu hilafetten uzaklaştıracak bir durum yoktur. Muaviye’de ise onu hilafete yaklaştıracak bir haslet yoktur.

MUAVİYE’NİN HİLELİ GALİBİYETİ

Ebu Musa, Ali’nin temsilcisi değil de sanki üçüncü bir tarafmış gibi davranmaktadır. Muaviye’nin hakemi Amr b. As ise son ana kadar Muaviye’yi korur. Ebu Musa, Amr’a her ikisini de azledelim, şûra kimi istiyorsa onu seçsin teklifinde bulunur. Amr b. As, bu teklifi hemen kabul eder, zaten Muaviye’nin ve Amr’ın beklentisi de budur. İki tarafın temsilcileri yanlarında dört yüze yakın gruplarla Erzuh denilen yerde buluşur. Amr, Ebu Musa’dan iki tarafın huzurunda kararını açıklamasını ister. Ebu Musa, Hz. Ali’yi görevden azlettiğini ilan eder. Kaynaklar onun bu konuda zaten istekli olduğunu yazar. Bunun üzerine Muaviye’nin hakemi Amr b. As da Ali’yi azlettiğini, Muaviye’yi ise halife tayin ettiğini ilan eder. Böylece “hakem vakası” fiyaskoyla biter; Muaviye, mağlup olacağı savaşı siyasi manevralarla galibiyete çevirmiştir.

Hakem meselesinin bu şekilde bitmesi, Hz. Ali taraftarları üzerinde şok etkisi yapar. Ali’nin itirazlarına kulak asmayan grup pişmanlıklarını ve savaşa devam edilmesi gerektiğini dile getirirler. Hem kendilerinin hem de Ali’nin hatalı olduğunu ve Ali’nin tövbe etmesi gerektiğini söylerler. Hz. Ali bunu reddedince ordudan ayrılan bu grup, Ali’yi küfürle itham eder. Sözde barış getirecek olan hakem vakası Hz. Ali’ye karşı cepheyi genişletmiş, Muaviye’nin yanı sıra Ali’nin ordusundan ayrılan ve artık Hariciler olarak anılacak grupla da Hz. Ali mücadele etmek zorunda kalmıştır.

RADİKAL ZİHNİYETİN KÖKENİ

Kendi siyasi düşüncelerini Kur’an’a dayandıran ve bu görüşleri kabul etmeyenleri kafir ilan eden Hariciler, İslam toplumunda ilk siyasi parti olarak nitelendirilir. Haricilerin bu tutumu sonraki tüm grupları etkileyecek ve siyasi zeminde oluşan bu yaklaşımlar itikadi ve ameli mezheplere dönüşecektir.

Haricilik, Peygamber’e “Allah’tan kork” diyecek kadar kaba, şekilden öteye geçmeyen, nazariyattan uzak, çöl kanunlarını din zanneden bir zihniyettir. Hadislerde bu grupla ilgili Hz. Peygamber’in kınayıcı pek çok sözüne rastlanır. “Hüküm vermek ancak Allah’a aittir” sloganlarıdır; bu sözün sahiplerinin zihniyetini çok iyi bilen Hz. Ali sözle ilgili şöyle der: “Kendisi ile batıl kastedilen hak bir söz.” Nitekim Muaviye’nin karşısında Ali’den yana olan, sonra Hz. Ali’nin halifeliğine karşı çıkan bu zihniyet acımasızca Hz. Ali’yi şehit edecektir.  İslam’da tekfir hareketini başlatan bu bağnaz grup ardı arası kesilmeyen isyanlarda ve savaşlarda binlerce Müslümanı kesmiş; kadınların ve hatta çocukların dahi kanını helal saymışlardır. Başında sözde İslam yazan günümüz terör örgütlerinin veya kendisi gibi inanmayanları ötekileştiren/tekfir eden radikal zihniyetin tarihteki kökleri buralarda aranmalıdır.

Dört halifeden üçünün öldürülmesiyle sonuçlanan bu dönemle ilgili Prof. Dr. Ahmet Akbulut şu saptamayı yapar: “Kurumlaşmaya değil, kişilere dayanan bu siyasi sistem kısa zamanda çöktü. Kısaca Hz. Peygamber’den sonra, sahabe tarafından kurulan siyasi yapı, yine sahabe tarafından yıkılmıştır. Bu tarihi bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.”

Haftaya devam edelim.