Üçüncü Halife Osman’ın öldürülmesiyle kargaşa had safhaya ulaşır. Halife olan Hz. Ali’yi zorlu bir süreç beklemektedir. Ashaptan bazı isimler, ısrarla, katillerin hemen bulunmasını ve cezalandırılmasını ister. Ancak kalabalık isyancılarla baş etmek ve onların arasındaki katilleri bulmak kolay değildir. Mescid-i Nebeviyi dolduran isyancıların hep birlikte “Osman’ın katili bizleriz” diye bağırdıkları rivayet edilir. Hz. Ali, önce merkezi otoriteyi sağlamak sonra katilleri bulmaktan yanadır. Bu arada Muaviye’nin valilik yaptığı Şam dışında, birçok vilayetin ileri gelenleri Ali’ye biat etse de Mekke ve Medine ahalisinden biat etmeyenler de azımsanmayacak çoğunluktadır. Muaviye biat etmediği gibi Osman meselesini bahane ederek, ahaliyi, Ali’ye karşı kışkırtmak için elinden geleni yapar. Hz. Peygamber’in eşi Ayşe de Ali’nin karşısında yer alır; oysa Osman’ın tutumundan ve politikalarından rahatsız olduğunu daha önce defaatle belirtmiştir. Talha ile Zübeyir’i de safına katarak, Hz. Ali’ye karşı bir güç oluşturur. İş çığırından çıkmıştır; siyaset, intikam, iktidar hırsı ve öfke karşılıklı olarak (Arapların kendi içindeki kavgası demek mümkün) bundan sonraki İslam tarihinin yazgısını belirleyecektir. Basra yakınlarında Hureybe denilen yerde Ayşe taraftarları ile Ali’ye bağlı kuvvetler karşılaşır ve savaş başlar. Kazanan taraf, Hz. Ali ve ona bağlı kuvvetlerdir. (Aralık-656) Cemel vakası olarak da anılan, Müslüman’ın Müslüman’ı katlettiği bu savaşta, Talha ve Zübeyir’in de aralarında olduğu 20 bin kişi ölür. Ali, Ayşe’yi bir kafileyle Medine’ye gönderir. Rivayet o dur ki, Ayşe, bu savaşta rol aldığı için pişman olur ve ölene kadar bir daha siyaset işlerine karışmaz. Ancak bu kanlı son, İslam alemini ikiye böler. Sünniler de Şiiler de konuşlandıkları zemini paranteze alarak bu dönemle yüzleşmek istemedikleri gibi din-siyaset ilişkisinin sağlıklı bir analizini de yapmayı başaramamışlardır. (İlerleyen bölümlerde, Türk müçtehitlerin konuya yaklaşımına ayrıca değineceğim) Dini ve siyasi inancı bir dönemin kültürel kalıplarıyla özdeşleştirmek ve  hatta bu dönemi idealize ederek, buradan hareketle din temelli bir devlet ve siyaset anlayışı oluşturmaya çalışmak eleştirel düşüncenin önünde hala bir engeldir.

MUAVİYE’NİN SİYASİ OYUNLARI

Muaviye, siyasetinin odağına, Hz. Ali’ye muhalefeti oturttu ve onu, Osman’ı öldürenlerin suç ortağı olmakla itham etti. Ali’nin attığı olumlu adımlara rağmen, tutumunu değiştirmedi ve ona karşı isyan başlattı. Bu noktada şu hususun altını çizelim: Muaviye, Ali taraftarlarının yapısını çok iyi bilmekteydi.  Bu konuda görevlendirdiği Haccac b. Zimmet, Muaviye’ye; “Sen, Ali ‘de olmayan bir kuvvet sebebiyle daha kuvvetlisin. Çünkü senin yanındaki topluluk, sen konuştuğun zaman konuşmazlar. Emrettiğinde sormazlar. Halbuki, Ali’nin yanındaki topluluk, Ali konuştuğu zaman konuşur, emrettiği zaman sorarlar” der. Ali de bunun farkındaydı ve bu durum aleyhine işledi. Ama kaybeden o mudur yoksa kurumsallaşmayı değil de kişilere dayalı sistemi tercih eden Müslümanlar mı oldu, üzerinde tartışılması gereken esas soru budur. Zira Prof. Dr. Ahmet Akbulut’un ifadesiyle, “Müslümanları, siyasi manada çöküntüye götüren bir zihniyet, siyasi bir ölçü de olunca, yanlışlık asırlara sirayet ederek, politik yapıdaki bozukluk, zamanla diğer sahalara da intikal etti.”

Ali-Muaviye çekişmesine tarafsız kalanlar dahi Muaviye’yi hilafete layık görmüyorlardı. Ama Muaviye’nin tek derdi halife olmaktı. Hz. Ali’nin hilafeti bırakmasını şart koştu. Ali, savaşın artık kaçınılmaz olduğunu görünce, valilerine haber gönderdi ve kuvvetlerini hazırlattı. Muaviye de ordusuyla Sıffin denilen yerde hazırdı. Ali savaştan önce Muaviye’yi bir kez daha biata davet etti ama yine ret cevabı aldı. Çarpışmalar iki ay boyunca sürdü. Bu savaşta toplam 70 bin Müslüman öldü. Ashaptan 2800 kişi Muaviye’ye karşı savaşta yer aldı. Müçtehit olarak bilinen Hanefi mezhebinin önemli isimlerinden Nesefî, Müslüman yazarların büyük çoğunluğunun Hz. Ali’yi haklı bulduklarını ifade eder. Buna rağmen bazı yazarlar gibi “Evet, Muaviye hatalıdır ama içtihatta mükâfatlı hatalıdır!” demek, 70 bin Müslümanın ölümünü hiçe saymak anlamına gelir. (İslam hukukunda, müçtehidin yaptığı içtihat doğruysa iki sevap yanlışsa tek sevap alır anlayışı vardır. Bu kaide, dini hükümlerde geçerli olabilir fakat bir valinin devlet başkanına karşı isyanını içtihat olarak değerlendirmek, siyasi hırsları din ile meşrulaştırmanın İslam tarihinde ilk örneklerinden biridir.)

Haftaya meşhur hileyle devam edelim.