Dünya; İkinci Dünya Savaşının ardından, 1947 yılından, Sovyetlerin 1991 yılında dağılmasına kadar süren ve literatüre Soğuk Savaş olarak geçen siyasi ve askeri gerginliğe sahne oldu. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği önderliğinde Doğu Bloku arasında yaşanan Soğuk Savaş dönemi, birçok alt başlıkta değerlendirilebilir. Bana göre bu alt başlıkların belki de en önemlisi ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki Uzay Yarışı rekabetiydi. 1957’de Sovyetler Sputnik 1 adlı ilk yapay uyduyu yörüngeye fırlatmasıyla başlayan bu süreçte Sovyetler uzaya ilk kez araç, canlı ve insan göndererek birçok ilke imza attılar. Sonrasında ABD buna cevap olarak 1969 yılında Ay yüzeyine insan indirdi. Özellikle Ay’a gerçekten insan gönderilip gönderilmediği yıllarca tartışıldı. Bu prestij savaşına her iki süper güç de öylesine önem veriyorlardı ki çok büyük bütçeler ayırdılar. Ancak 1970’lerde yaşanan petrol krizlerinin de ardından artık maliyetlerini kurtarmayan bu uzay yarışı yavaş yavaş sonlandı.

KIRILAN CESARETİMİZ

Peki bu iki süper gücün uzay yarışından kazandıkları nelerdi? Ana espri bu soruda saklı. Uzay araştırmaları, özellikle mühendislik alanında büyük atılımlar gerçekleştirilmesini sağladı. Her alanda yaşanan teknolojik yarışın temelleri atıldı. Ama bu iki ülke özelinde çok önemli bir kazanım daha vardı: Rekabet edilemezlik madalyası.

Dünyadaki birçok insan belki de hayatında uçak dahi görmeden ABD’nin ve SSCB’nin mekik ile uzaya çıkışını izlediler. ABD ve SSCB öyle güçlü bir psikolojik üstünlük elde ettiler ki, günümüzde dahi bu üstünlük kırılmadı. İnsanlar, ABD başkanının masasının gizli bölmesinden çıkacak kırmızı bir butonla nokta atışla istediği insanı öldürebileceğine inandı. Sovyetlerin dağılması, ABD’nin defalarca Ortadoğu’da boğulması hiçbir şekilde bu algıyı kırmadı. İşin bizim gibi ülkeler açısından vahim olan yönü ise kırılan cesaretimizdi.

KAYBETMEKTEN KORKMA

Teknolojik devrim yaratacak buluşların ortaya çıkabilmesi için devlet tarafından sağlanacak imkanlar kadar müteşebbis, yenilikçi ve meraklı ruhların varlığı da önemlidir. Son model spor arabaya karşı koşarak mücadele ettiğine inanan kimse hevesli bir yarışçı olamaz. Hatta hiç koşmaz. Ama gerçekte böyle bir fark yok. Bilimsel bilgiye erişim artık çok kolay hale geldi. İnsanlar evlerinde, dünyanın en iyi üniversitelerinin ders içeriklerine ulaşabiliyor. Bugün G. Kore, Singapur gibi Uzak Doğu ülkeleri bazı alanlarda ABD’nin ve Rusya’nın ilerisinde teknolojiye sahip. Biz de bunlardan biri olabiliriz. Nüfus, toprak büyüklüğü, ekonomi, askeri güç hangi alandan bakarsanız bakın, en büyük 20 ülkeden biri Türkiye. Ancak yenilmez, geçilmez Süper Güç ABD ve Rusya propagandasından fazlasıyla etkilenen bir gençliğimiz var. Bu onların özgüvenini kırıyor ve girişimlerinden vazgeçiriyor. Bağımsızlığımızın idamesi için teknolojik yarışta hep önde olmasak da bir gün öne geçebileceğimize inanmalı ve asla vazgeçmemeliyiz. Che Guevera’nın dediği gibi “Kaybetmekten korkma; bir şeyi kazanman için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma; kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin.”