Sosyoloji profesörü James Petras “Üçüncü Yol”u yani liberalizm ve sosyalizm arasında, devletin de kısmi müdahalelerini anlamaya çalışan bir çizginin sosyalist teorisyenlerinden. “Sosyal Demokrasi” başlıklı yazısı (24 Ocak 2004’te) İngiltere, İsrail, Amerika gibi ülkelerde yaşadığı pratiklerin dökümü. Petras, “Ben genç bir adamken, lisedeki sosyal bilimler öğretmenim, büyük bir bilgeliğe (ya da ben öyle sanıyordum) ve cesarete (1950’lerin başındaydı) sahip yaşlı bir adam ‘Üçüncü Yol’u hararetle savundu” diye başlıyor ve şu tespiti yapıyor:

“Yeni zamanlar için yeni fikirler: Bilimsel-teknolojik devrim, modernizasyon, bilgisayarlaşma, yeni hizmet ekonomisi. Emek piyasasındaki değişimlere ayak uydurmak için yeni bir kapsayıcı pratiğe ihtiyaç var.”

Geçen cumartesi günü Lütfi Kırdar’da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve kadrosu, “teknolojik devrim, 4. Sanayi Devrimi, devleti ve piyasayı tabulaştırmayan, daha adil paylaşım” üzerine manifesto açıkladı! “Yerlilik-millilik” üzerinden tartışmayacağım!

Çünkü...

3 Aralık’ta Jeremy Rifkin’den Daron Acemoğlu’na, Refet Gürkaynak’tan Faik Öztrak’a, Ufuk Akçiğit’ten Selin Sayek Böke’ye kadar ekonomi kurmayları “üçüncü yol” üzerinden “yeni kamuculuk” dedi! Bu CHP için “yeni”, dünyayı takip eden ve dönüşümleri inceleyenler içinse “bilinen”di. Bu bir tercih! Kılıçdaroğlu, 2023 yolculuğunda “iktidar, iktidar” sloganlarını atanlara “iktidara giden yol budur” mesajını verdi.

Bilsay Kuruç neden davet edilmedi?


İktidara giden yolda “Dar Koridor”un temsilcisi ve yazarı Daron Acemoğlu da İngiliz toplum bilimci Antony Giddens’in (1994’te “Yeni İşçi Partisi”nin başına geçen Tony Blair’in ideoloğu) savunduklarını yeniden “sola” sunan bir ekonomist.

Anthony Giddens dedi ki: “... Sosyal demokrasi, günümüzde bunalım içinde. Geleneksel sosyal demokrat politikalar, üretim ve devlet mekanizmasında, atalet ve bürokrasideki elitin tüm politikaları belirleyerek yönlendirmeye çalışmasıdır. İşsizliği önlemek adına ‘ne iş olsa yaparım’ diyen herkesin amaçsızca işe yerleştirilmesi politikaları, ekonominin yararına değil, zararınadır. Neoliberalizm de bunalımdadır. Bunun da en güçlü kanıtı, piyasa ekonomisi konusundaki fundamentalizmin, muhafazakar düşüncelerle çatışmasıdır. Çünkü bir yandan serbest piyasa ekonomisine yönelip, bir yandan da geleneksel ailevi ve milliyetçi değerlere sarılmak birbiriyle çelişir. Piyasa güçlerinin dinamik gelişimi, geleneksel otoriter yapıları ve yerel toplumları çökertir ve bunun yarattığı riskleri, toplumun görmezden gelmesini ister. (25 Eylül 1998/New York)”

Giddens ve diğer Üçüncü Yol savunucuları “devlete de serbest piyasaya da eşit mesafede olduklarını” ilan ettiler! Ne zaman? 1998’de... 24 yıl sonra “çöken kapitalizmin alternatifi” yine piyasa. Yani... Acemoğlu’nun 3 Aralık’ta dediği gibi: “Türkiye’nin demokrasiyi ve sağlıklı ekonomiyi aynı anda kurması lazım. Devlet güçlü olsa bile toplum güçsüz kalıyor ve toplum güçsüz olduğu için de devletin kurumları daha iyileşmiyor.”

Dediğim gibi: Bu bir tercih ve iktidara bu yolla gidileceği düşünülüyor. Keşke, “21. Yüzyıl İçin Planlama” ekibinin başındaki ekonomist Prof. Bilsay Kuruç ve arkadaşları da davetli olsaydı 3 Aralık’a...

Bu işin “ekonomi” ayağı... Bir Altılı Masa mesajı var.

“Aday benim” dedi ve altını çizdi


CHP lideri konuşmasında dedi ki:

“... Ne derlerse desinler inandığım vizyon yolculuğundan asla vazgeçmeyeceğim. Çünkü ne istediğimi ve bu yolun nereye varacağını daha başlarken biliyordum. Bay Kemal çıktığı yoldan asla geri adım atmaz.

“... Bay Kemal, çetelerle ve yolsuzluk yapanlarla mücadele etme sözü verdi. Çünkü ben kirli sermayenin adamı olmam! Kirli sermayenin çaldığı 418 milyar doları, borçları olarak deftere yazdım. Ben biliyorum onlar neden sürekli benimle görüşmek istiyorlar... Neden aracılarla haber gönderiyorlar... Neden arkamdan iş çeviriyorlar... Neden anketçileri, sureti muhalefetten gözüken medya kalemlerini satın alıyorlar...

“... Evet, yapacaklarımızın bir ön izlemesini gördünüz. Ve emin olun siz izlerken ben de izledim ve güzel şeyler öğrendik.

“... Ülkesine destek olmak isteyen, bu büyük derlenmeye, toparlanmaya omuz vermek isteyen isimler, inanın çığ gibi büyüyecek.

“... Ben sizi bir adaya oy vermeye çağırmıyorum derken, neyi kastettiğimi herhalde anlamış oldunuz. Net anlaşılsın istiyorum; Türkiye’yi tek bir kişi değil, liyakate dayalı bir sistem yönetecek.

“... Bugün bu sahneden size, ana muhalefet partisinin genel başkanı olarak seslenmiyorum. Kuracağımız sistemin, büyük güç birliğinin bir parçası olarak sesleniyorum.

“... Söylemiştim, bu siyaset üstü güç birliği, sizlerle birlikte çalışınca tamamlanacak.”

Toplantı öncesinde, Lütfi Kırdar ve Kılıçdaroğlu’nun kurmaylarıyla konuşmasına son şeklini verdiği Hilton’daydım. Kurmayların ortak düşüncesini aktarayım: “Bay Kemal adaylıktan bir milim geri adım atmayacak.” Konuşmayı ve mesajları görünce de “aday benim”in altının çizildiğini herkes gördü.

SORU ŞU: O zaman “kazanacak aday” tartışması son mu buldu?  Ya da 3 Aralık toplantısı masanın diğer ortaklarında nasıl yankılandı?