18 Ekim 2005... Fetullah Gülen, Aktüel’e bir röportaj vermişti: “Şimdi önümüzde daha geniş, kapsamlı ve kompleks bir süreç var. Ölseler bir araya gelemeyecek kimseler ulusal cephe adı altında suni bir kitlesel dalga oluşturmaya çalışıyor. Her açıdan manipülatif bir organizasyon. Bunlar aşılacaktır.”

İki yıl sonra...

12 Haziran 2007’de, Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan “el bombalarıyla” birlikte Ergenekon operasyonlarının düğmesine basıldı.

Üç ay sonra...

Eylül 2007... İçişleri Bakanlığı’na atanan Beşir Atalay’a (22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra) göreve başlamasının ardından sunulmak üzere bir dosya halinde kurumsal brifing hazırlandı. Emniyet Genel Müdürlüğü, kurum brifinginde, son olarak Ergenekon operasyonuyla birlikte sık kullanılmaya başlanan “ulusalcılık” akımını, “aşırı sağ faaliyetler” kapsamında değerlendirdi.

George Soros


Brifingin notlarından okuyalım:

“... Ulusalcıların kullandığı aşırı yaklaşımların amacını aştığını ve propaganda amaçlı önemli bazı gelişmeleri tetiklediği...”

“... Ulusalcı kesimler, devlet egemenliğinin özellikle AB sürecindeki yasal değişiklikler ile zedelendiği ve ülkenin bağımsızlığını yitirdiği varsayımını temel almaktadır...”

“... Bu söylem etrafında geçmişte sol, sağ ve dinsel arka plana sahip gruplar söylem, propaganda ve eylem birliğine dayanan bir manevra alanı oluşturmakta, bu kapsamda 50’den fazla dernek ve vakıf, 100’den fazla internet sitesi ve medya organı faaliyet göstermektedir...”

“... Geniş kitleleri etkileme ve yönlendirme arayışındaki ulusalcı blok tarafından kullanılan söylem ve birtakım aşırı yaklaşımların, amacını aşan propaganda amaçlı bazı gelişmeleri tetiklediği görülmüştür...”

Bitmedi...

“Ulusalcılık terör faaliyetidir”


9 Mayıs 2006’da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı olarak atanan Ramazan Akyürek gözaltına alındıktan sonra 2014’te şu ifadeyi vermişti:

“... Ulusalcılık faaliyetleri artmıştı. C Bürosu da bu konulara bakıyordu. Benim dönemimde C Şubesi’nin ne ihtiyacı varsa yerine getirilmiştir. Ali Fuat Yılmazer böyle bir teklif getirdiyse büro ona göre kurulmuştur.

Yani... “Kemalizm bitmiştir” diyen ABD merkezli CIA elemanlarının fikirsel plandaki faaliyetleri, “ulusalcılık terör faaliyetidir” diyen Fetullahçılar tarafından eyleme dönüştürüldü. Varsa yoksa ‘ulusalcılık’ hedefti! Yani... Kemalist Cumhuriyet’i savunanlar... Ve bu ‘ulusalcılık’ düşmanını yaratanların öznesi de o dönemin tanımlamasıyla cemaatle ittifak yapan ‘liberal’ kesimdi... O dönem iktidardan alınan desteği de unutmamak gerekiyor! AKP-cemaat-liberal üçgeninde tek hedef vardı: Sınırlarını korumak isteyen, küreselleşmeyi reddeden ulus-devlet savunucuları...

Sol, ulus-devleti neden savunmalı?


Renkli devrimlerin finansörü olarak değerlendirilen Macaristan asıllı milyarder George Soros da “küreselleşme”nin maddi-manevi destekçisiydi. Ülkelerde kurduğu Açık Toplum Vakfı üzerinden katıldığı toplantılarda şu cümleleri kuruyordu:

“... Küresel piyasaların küresel regülasyonlara ihtiyacı var, fakat mevcut regülasyonlar ulusal egemenlik prensiplerine dayanıyor. Basel gibi bazı uluslararası anlaşmalar ve piyasa düzenleyicileri arasında iyi bir işbirliği olmasına rağmen, otoritenin kaynağı her zaman egemen devlet oluyor.”

“... Bugünkü durumda, her ülkenin finans sistemi kendi hükümeti tarafından destekleniyor. Hükümetlerin önceliği de kendi ekonomileri. Bu yaklaşım finans korumacılığının yaşanmasına neden oluyor. Bu da küresel finans piyasalarının zarar görmesine hatta yok olmasına neden olabilir.”

“... İngiliz düzenleyiciler bir daha asla İzlandalı otoritelere inanmayacaklar. Doğu Avrupa ülkeleri ise yabancı bankalara bağımlı konuma gelmek istemeyecekler. Dolayısıyla düzenlemelerin uluslararası bir boyut kazanması gerekiyor. Aksi takdirde küresel finans piyasaları zarar görecek.”

“... 1930’lu yıllarda ticari korumacılık zaten kötü olan ortamı daha da kötü bir hale getirdi. Bugünün küresel ekonomisinde, finansal korumacılığın yükselmesi daha da büyük bir tehlike oluşturuyor.”

Yani... Türkiye özelinde “Soros” fikri, AKP-cemaat-liberal ortaklığında vücut buldu! Hedef belliydi...

Peki ya sol-sosyalistler bu kamplaşmada neredeydi? Büyük bir bölümü “yetmez ama evet” diyordu. Oysa Alman solunun “yaramaz çocuğu” sosyalist gazeteci-yazar Jurgen Elsasser farklıydı:

“... Ulusal devletleri savunmak klasik sol tavırdır temel olarak. Ancak 68 kuşağı (Batı için), bu sol geleneğe ihanet etmiştir. 68 kuşağı, özellikle Almanya ve Batı Avrupa’da medyaya hâkim olduğundan herkes 68 kuşağının asıl solcular olduğunu sanıyor. Sonuçta ulus devletler Fransız Devrimi’yle ortaya çıkmıştır. Önceden derebeyleri ve feodal soylular vardı. Habsburg ve Osmanlı İmparatorluğu çeşitli milliyetlerden oluşuyordu. Ulus devlet, Fransa’da söz konusu soylulara karşı protesto olarak ortaya çıkıyor, eşitliği savunuyor, yani bir sol programdır. Kandan, soydan bağımsız eşit yurttaşlık ilkesi kazanımını getiriyor. Ve bugün küreselleşme kapsamında ulus devletleri yine yıkmaya çalışıyorlar, uluslararası ve küresel para hareketlerini yönlendiren neofeodal soyluların tekrar hükümdar olabilmesi için. İşçi sınıfı, köylüler, memurlar bunlar yine ortaçağdaki gibi alt tabaka, alt insan olacaklar.”

SONUÇ: Tarlasını savunan çiftçi faşist, sınırlarını koruyan faşist, bağımsızlık diyen faşist, Atatürk diyen faşist... Ya siz!