BAKAN NEBATİ ZATEN İTİRAF ETMİŞTİ


Prof. Korkut Boratav, 10 Haziran’da “Milli gelir büyüyor; ücretliler kaybediyor” başlıklı yazısında şu tespiti yaptı:

“... 2016 sonrasında net hasılada işçi sınıfı payının 8 puan dolayında düşmesi, Türkiye iktisat tarihinde benzeri pek olmayan bir bölüşüm şokudur. Benzer iki dönem akla geliyor: İkinci Dünya Savaşı ve 12 Eylül/Özal yıllarını içeren 1980-1988 dönemi... Bu bölüşüm şokunu, eş-zamanlı işsizlik, istihdam bulgularıyla birleştirin. Ekonominin ve sermayenin büyüdüğü; işçi sınıfının ise toplumsal bunalıma, yoksulluğa sürüklendiği Türkiye tablosu ortaya çıkar... 2016-2021 arasında ücret/net hasıla yüzde 43.3’ten yüzde 36.5’e düşmüş; 6.8 puan erimiştir. (sol.org)”



Can alıcı nokta: Ekonomi ve sermayenin büyüdüğü, işçi-köylünün yoksullaştığı süreç!

22 yıl önce...

Ekim 2000’de, Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırmalar Dairesi, “Ekonomik büyüme küresel yoksulluğu azaltıyor. Yeni bir araştırmaya göre, günümüzde günlük 1 doların altnda yaşayan kişilerin sayısı 350 milyona düştü” iddiasındaydı...

22 yıl önce de “küreselleşmeci/neoliberal” çizgi, “gelir dağılımındaki adaletsizlik ve ulus devlet” vurgusu yaptığı için “ekonomik büyümenin yoksulluğu azalttığı” algısı için mücadele ediyordu. Bugün de aynı sloganlar aynı algı üzerinden yürümeye çalışırken... Sri Lanka’da, Arnavutluk’ta, Hollanda’da gerçekle bir kez daha yüzleştiler: Yoksulluk artıyor ve bu sistemde yoksulluk önlenemez hale geldi.

Yüzde 1 yüzde 55’e sahip!


Türkiye’de de yaşanan farklı mı? Değil!

Raporlar, son çalışmalar ortada!

2018-2022 arasında emeğin büyümeden aldığı pay 6.3 puan azalırken sermayenin aldığı pay 3.2 puan arttı. Bunun adı ne? Gelir dağılımındaki adaletsizlik... Kanadalı “kahin” denilen araştırmacı-yazar John Ralston Saul’un “Küreselleşmenin Çöküşü/Ayrıntı Yayınları” kitabından Türkiye’yle ilgili bölümden aktarayım da daha iyi anlaşılsın:

“AKP, 2002 senesinde iktidara gelip ekonomik reformlarına başladığında ulusal gelirin yüzde 36’sına yüzde 1’lik bir dilim hükmediyordu. 2016 senesine geldiğimizde (kitap 2018’de yayımlandı) bu yüzde 1’lik dilim, ulusal gelirin yüzde 55’ine sahip oldu.”

Bugün tartışmamız gereken rakamlar ve ekonomi-politik bu! Yüzde 1’lik dilimin hakim olduğu gelir! Gerisi algı gerisi olguları yönetmek! Televizyon programlarında ya da gazete köşelerinde bunlar konuşulmuyor, konuşanlara da “üçüncü dünyacı/dinozor” deniyor. Çünkü... Kendini anti-emperyalist ya da ulusal egemenlik yanlısı çizgide görenlere yönelik sözde hakaret tanımı üçüncü dünyacılık.

Oysa onların bu dünyada sundukları “cennetin” yalan olduğu ortaya çıktı ve şimdi yana yakıla çözüm arıyorlar kendi yarattıkları canavar üzerinden. Ne demişlerdi?

Derviş-Babacan’ı bekleyenler


John Ralston Saul, “Vaat edilen geleceğin özetini” yaptı:

... Ulus-devletin gücü azalıyor. Hatta bildiğimiz kimi devletler tükeniyor bile olabilir. Gelecekte güç, küresel pazarların elinde olacak. Dolayısıyla, insanlara ilişkin hadiseleri siyaset ve ordu değil, ekonomi belirleyecek.

... Uluslararası ekonomik dengelerse, sınırlı ulusal çıkarlar ve engelleyici düzenlemelerden özgürleşmiş küresel pazarlar tarafından sağlanacak. Ve böylelikle ekonomideki bitmeyen ani yükseliş-düşüş döngüsünden sonunda kurtulacağız.

... Bu pazarlar, ticaret dalgalarını sonunda serbest bırakacak. Ve bu dalgalar da nihayetinde ekonomik büyümenin önündeki engelleri serbest bırakacak.

... Bunun sonucu gelen bolluksa, insanların diktatörlükleri demokrasiye çevirebilmelerine olanak tanıyacak. Ulus üstü şirketler pazarın, medeniyet liderliğinin gelebileceği en son nokta olacak.

SONUÇ: Vaatler daha vaat edilirken yalanlandı! Tarihin sonu gelecekti, gelmedi... Bolluk demişlerdi olmadı! AKP dönemine dönersek, 2002-2008 arasında yaşanan “bolluk” yalandı ve o yalanın üzerine Kemal Derviş, Ali Babacan efsanesi yaratanların geldiği son noktayı Bakan Nebati 6 Haziran’da zaten itiraf etti:

“Enflasyonu düşürmek için sert tedbirler alabilirdik. Üretimi, büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar.”