Bazen bir kelime aşınır. Bu tek başına bir dert değil tabii. Hayat dinamiktir öyle ya, kelimelerin de bir ömrü vardır. Kaldı ki aşınan kelimelerin yerine, genelde bir yenisi kendini inşa ediverir. Üstelik gayet doğal, hissettirmeden yapar bunu.

Ama söz konusu kelime, bir insanlık halinin takvimsiz bilgisini anlatan evrensel bir kavramsa, yerine yenisini koymak kolay olmuyor. Dahası, ondan arta kalan ağrılı boşlukla ne yapılacağı da pek bilinmiyor.

Vicdan böyle bir kelime mesela. Onu, varlığı değil, artan şiddetteki yoksunluğundan tanıyoruz artık. Her gün hayatın her alanında sayısız kez rastlayıp tanık olduğumuz bir yoksunluklar silsilesi şeklinde.

Evet uzun, çok uzun bir zamandır vicdan kavramının ortak hafızamızda, yaşantılarımızda yer etmiş her karşılığını vicdansızlıktan tanımaktayız.

Sokaklarda,  zeytinliklerde, güzelim derelerin orta yerinde, mahkeme salonlarında, şehrin nefes aldığı tek yeşil alanında, cezaevlerinde, hastanelerde, kurumsal ya da bireysel ikili bütün ilişkilerde, sözleşmelerde, işyerlerinde...

Durmaksızın bir vicdansızlık boca ediliyor üstümüze, gözümüze, kulağımıza, kalbimize.

Bunların sonuncularından biri, insan olanı lal edecek bir vicdansızlıktı.

Tersane işçisi Yasin Demirdağ’a düşüp hayatını kaybettikten hemen sonra emniyet kemeri takma girişiminden söz ediyorum.

DİSK’e bağlı Limter İş’in yayımladığı o videoda, insanlık ile gözü dönmüşlük arasındaki çatışma da yansıyordu. O kemeri takmaya çalışan “insan” kılıklı yaşam formları ile Yasin’in arkadaşlarının karşı çıkışı sırasındaki mücadele, gemi yapımı işinin nasıl yürüdüğünün belgesi oldu.

Sosyal  medyada paylaşılan bu videoya gelen bazı yorumlar ise insanlıktan çıkışın başka bir boyutunu gösterdi. Zaten tersane işçilerinin bu kemeri kullanmadığı, işverenlerin işçiye bu önlemleri aldırmakta çok zorlandığı, işçilerin başta mecburen taksalar bile sonra çıkardıklarını yazanlar olmuştu. Sanki işyeri güvenliğinin bir denetimi yokmuş bu denetim işveren açısından zorunlu değilmiş gibi patronları aklama yarışı.

19 yaşında hayalleriyle ölmüş bir gencin cansız bedenine kemer takılma gibi vahşi bir çabayı meşrulaştıracağını düşünmeyen, belki de bunu hiç umursamayan bir ruh hali..

Yasin Demirdağ, tanıdık ve tanınmış bir şirketin tersanesinde, gemi yapımında çalışırken  düşüp öldü.  Bizim bunu öğrendiğimiz gün Cumhurbaşkanı Erdoğan “aynı gemideyiz” diyordu yine. Kötüye giden ekonomiyi anlatıyordu yine. Üniversitede okuması, arkadaşlarıyla gezip eğlenmesi gereken bir yaşta ve tatil döneminde gemi yapımında çalışan bir genç ile ülkeyi yönetenlerin aynı gemide olduğumuza inanmamız isteniyordu.

Vicdan, enikonu aşınmış bir kelime. Biz onu varlığı değil, yokluğuyla biliyoruz artık. Zeytinliklerden, kenti savunanlara reva görülen cezaevlerinden, kadınların katledildiği kuytulardan, o erkeklerin indirim üstüne indirim aldığı salonlardan, bakımı yapılmamış tırlardan, kentin nefes alan tek alanına giren iş makinalarından, yolsuzluk anıtı ihalelerden, iş güvenlik önlemleri alınmamış işyerlerinden...

Vicdan kavramını aşındırmış olanlar kimlerse, bu gemiyi batma noktasına getirenler de onlar. Onları tanıyoruz. Aynı gemide değiliz, olamayız. İmkan da yok buna. İhtimal de.