İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli boyutu kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi konusunda devlete aktif ödevler vermesiydi. Bu ödevler de toplumsal cinsiyet eşitliğini önceliyordu.

Geçmiş zaman kipi kullanmam yanıltmasın. Sözleşme ayakta ve bu ödevleri ona taraf olan devletlere halen veriyor. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, geçen yıl mart ayında, Cumhurbaşkanı kararıyla bu uluslararası sözleşmeden çıkarıldı. Belki de “Erdoğan, Türkiye’yi bu sözleşmeden çıkardı” demek daha doğru bir anlatım. Çünkü kendisi öyle istedi. Özünde bir idari işlem olan ve her idari işlem gibi bir amacı bulunması gereken bu kararnamenin amacı, gerekçesi hukuksal düzlemde anlatılmadı. (Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı fesih kararının “kadınları korumaktan taviz anlamına gelmediği, İstanbul Sözleşmesi’nin eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edildiği” yönünde açıklama yapmıştı.)

★★★

Bırakalım adına ve aile içi şiddete yönelen ve yönelecekleri yazık ki cesaretlendiren bu kararın diğer hukuksuzluklarını; yalnızca bu “gerekçesizlik” yönü bile iptali için yeterli olmalıydı. Zira temel bir usul kuralı çiğnenmişti. Öte yandan TBMM kararıyla iç hukukta hayat bulan bir uluslararası sözleşmenin yürütme tarafından feshi de hukuksal olarak sorunluydu.

Ancak dün akşamüzeri gelen haber, Danıştay’ın bu kararı “şekil ve yetki unsurları yönünden” hukuka aykırı bulmadığı yönünde oldu. “Danıştay” diyerek iptal yönünde mütalaa bildiren Danıştay Savcıları ile beş üyeden oluşan 10. Daire’nin bu kararına katılmayıp hayati önemde bir karşı oy yazısı kaleme alan iki üyeye haksızlık etmiş olmayalım.

★★★

10. Daire, davanın ret gerekçesinden iki özet vurgu:
- Cumhurbaşkanının uluslararası sözleşmeyi fesih yetkisi vardır

- Kadına yönelik şiddet ile aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddet mağdurlarının korunması amacıyla iç hukukta birçok düzenleme mevcut.

(Yani İstanbul Sözleşmesi’nin varlığına ihtiyaç yok demeye getiriyor, iptali reddeden başkan ile iki üye.)

ANAYASA’YA AYKIRI

Buna karşılık karşı oy kullanan üyeler İbrahim Topuz ile Ahmet Saraç’ın vurgusu çok can alıcı: İki muhalif üye, 9 no’lu Cumhurbaşkanı kararnamesinde “milletlerarası sözleşme hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme” diyerek Cumhurbaşkanı’na fesih yetkisi veren ibarenin Anayasa’ya aykırı olduğunu savunuyor. Bu nedenle de Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerektiğini belirtiyor. Karşı oy yazısında eğer Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmayacaksa Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptal edilmesi gerektiğini bildiriyor.

İptal gerekçeleri epeyce ayrıntılı. Benim en çok dikkatimi çeken “Sözleşme’den çıkılsa da 6284 sayılı kanun kadınları koruyor” savunması yapanların tezini çürüten kısım: İki muhalif üye, bu kanunun zaten İstanbul Sözleşmesi’ne atıfta bulunduğunu vurgulayarak şöyle diyor:

“Dava konusu Cumhurbaşkanı Kararı ile ülkemiz bakımından feshedilen Sözleşmede önlenmesi amaçlanan hususların ülkemizde devam ediyor olması, 6284 sayılı Kanun’un Sözleşme hükümlerine doğrudan göndermede bulunması, diğer bir deyişle bu Kanunun, kadınları gerçek anlamda korumada tek başına kendisinin yeterli olmayacağını ve değinilen Sözleşmenin desteğine de ihtiyacı olduğunu kabul etmesi, ayrıca sözleşmenin feshiyle Kanun’un atıfta bulunan hükümlerinin anlam ve uygulama kabiliyetini yitirecek olması karşısında, dava konusu Cumhurbaşkanı Kararının, konu, sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.”

Dikkatten kaçmasın. Yukarıda alıntıladığım paragrafta “amaçlanan hususların ülkemizde devam ediyor olması” kadına yönelik ve aile içi şiddetin sürdüğüne vurgudur.

Bence herkesin okuması gereken bu karar ve karşı oy yazısına bakarak, neyse ki “ülkemizde hukukçular var”  diye teselli bulabiliriz. Ama maalesef bu teselli; kadını katletmeden evvel, öncesi “kaç yıl yatarım” diye internette arama yapan erkekleri caydırmaya yetmiyor.