Bugün size siyaset yerine günlük hayattan söz etmek ve bir konser sonrası yaşadığım duygu durumunu paylaşmak istiyorum.

Geçen Perşembe gecesi Aspendos Antik Kenti’nde Limak Flarmoni Orkestrası’yla birlikte ünlü İspanyol tenor Placido Domingo’nun konseri vardı.

Domingo 81 yaşında ve iki saat boyunca sahnede kaldı. Sadece aryalar söylemedi, aynı zamanda bir an dahi hareketsiz kalmayarak binlerce izleyicinin ilgisini sahneye kilitledi. Kimi zaman dans etti, kimi zaman orkestranın arasına dalıp müzisyenlere centilmence övgü hareketleri yaptı, kimi zaman sahne arkadaşları tenor Murat Karahan ve soprano Jennifer Rowley’e sahneye gelirken ya da sahneden giderken eşlik etti. Yüzü hep gülüyordu. Sahne arkadaşlarına espriler yapıyordu. Elleriyle izleyenleri coşturuyor, enerjisine, coşkusuna hayran bırakıyordu.

Konserin finalinde Murat Karahan’la “Senede bir gün” şarkısını Türkçe söylerken hata yapmamak, şarkıyı hakkıyla söyleyebilmek için büyük çaba gösteriyordu.

Sahnede sadece bir tenor değil, sahneye sığmayıp tribünlere yansıyan bir yaşama sevinci vardı.

Bir 81 yaşındaki Domingo’yu düşündüm, bir kendime baktım. Kısa bir süre sonra 50 yaşında olacaktım ve aramızdaki 31 yaşa rağmen Domingo’dan daha yaşlıymış gibi hissediyordum.

★★★

Konserden ayrılırken kapıldığım bu duygunun nedenlerini düşünüyordum.

İlk aklıma gelen koronavirüs salgını oldu. İki yıl boyunca hayatımızda birçok iz bırakmıştı.

Çok sevdiğimiz yakınlarımızı, arkadaşlarımızı, iş arkadaşlarımızı kaybetmiştik.

Kısıtlamalardan dolayı bazılarına son görevimizi dahi yapamamış, yaslarını dahi tutamamıştık.

Virüs bedenimize zarar verirken, virüsle mücadele için alınan önlemler gündelik yaşantımıza, haliyle ruhumuza büyük zararlar vermişti.

Hayatımız distopik bir film platosu gibi olmuştu.

Evlere kapanmış, dostlarımızla, yakınlarımızla daha az görüşür olmuştuk.

Alışkanlıklarımız değişmişti.

Toplantılarımızı dijital ortamda yapıyorduk.

Bir konserde canlı canlı müzik dinlemek, sinemaya tiyatroya operaya gitmek neredeyse imkansızdı.

Telefonumuzda en sevdiğimiz şarkılardan liste yapıp kulaklıklarımızla tek başımıza dinliyorduk. Hepimiz evde dijital dizi/film platformlarının esiri olmuştuk.

Dijital fırsatların yarattığı iletişim kolaylığı o kadar etkiliydi ki birbirimize söylememiz gerekenleri dahi mesajlarla iletmeye başlamıştık.

Sevinç, hüzün, minnet gibi duygularımızı gülen yüz, üzgün yüz ve birleşmiş el emojileriyle göstermeye çalışıyor, birbirimizin yüzüne, sesine, gülüşüne hasret kalıyorduk.

Depresyonun, melankolinin had safhaya çıktığı bu dönemde yalnızlık işten bile değildi. Bunlara bir de karabasan gibi üzerimize çöken yoksulluk, adaletsizlik ve yasaklar eklenince eğlenmeyi unutmaya, hatta hor görmeye başlamıştık.

★★★

Şunu fark ettim: Birileri iktidarları sürsün diye hepimizin mutsuz ve umutsuz yaşamasını arzuluyor. Festival/konser yasaklarının, kendi yaşam tarzlarını hepimize dayatma çabalarının başka ne amacı olabilir ki?

Onlara inat hapsolduğumuz o distopik film platosundan uzaklaşmalı ve normalleşmeliyiz.

Ben kendi payıma bir şeyler yapıyorum:

Artık arkadaşlarımın mesajlarına yazarak yanıt vermek yerine aramayı tercih ediyorum.

Boş kaldığım zamanlarda evde oturmak, dijital platformlardan film/dizi izlemek yerine dışarı çıkıyorum.

“Film izleyelim” denildiğinde sinemada izlemeyi teklif ediyorum.

Spor yapıyor, en azından uzun uzun yürüyorum.

Bazen sokaklarda avare avare dolaşıp Ankara apartmanlarındaki detaylara ve sadeliğe hayranlıkla bakıyorum.

Birbirinden şirin yeni nesil kahvecilerde oturup kahve içmek çok hoşuma gidiyor.

Bir arkadaşımı arayıp, “işin yoksa gel bir şeyler içelim” diyebilmek, bir çilingir sofrasında arkadaşlarla havadan sudan konuşmak meğer ne muhteşem bir duyguymuş. 

Konser, tiyatro, dans etkinlikleri yapan kuruluşların sosyal medya hesaplarını yakından takip ediyorum. Bu sayede Ankara’daki mekanları, kültürel etkinlikleri keşfediyorum.

Salgın günlerinde hepimizi esir alan “üşengeçlik” halinden kendi payıma kurtuluyorum.

Sevdiklerime konser/tiyatro/opera programlarını gönderip “gidelim mi” diye soruyorum. Programım uyarsa arkadaşlarımın kültürel bir etkinlik için yaptığı davetlere olumlu yanıt veriyorum.

İnsan içine çıktıkça, sesleri ve görüntüleri gerçek kaynağından izledikçe mutlu oluyorum.

Böyle yaşarken de güneşli güzel günlere olan umudum ve inancım artıyor.

Hadi kalkın, dışarı çıkın, bir dostunuzu arayın, bir çilingir sofrası kurun, konuşun, kentinizdeki bir kültür sanat etkinliğine katılın, şarkı söyleyin, dans edin.

Göreceksiniz, her şey daha güzel olacak!