AK Parti ve Erdoğan iktidarı bir zamanlar insan hakları ve demokrasi kriterleri olarak bilinen Kopenhag kriterlerini “Ankara Kriterleri” yapmak istiyordu. Başka bir deyişle demokrasi alanında şampiyonlar ligi vadediyordu.

Şimdiyse aynı iktidar Türkiye’yi 180 derece ters bir noktaya taşıdı.

İnsan hakları alanındaki en kapsamlı uluslararası sözleşmelerden biri sayılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ilk imzacılarından ve Avrupa Konseyi’nin ilk kurucularından olan Türkiye, son günlerde siyasi ve taraflı yargı kararları nedeniyle bu yapıdan dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya.

Bir nevi, şampiyonlar ligi hayal ederken amatör kümeye düşmek gibi.

★★★

Bilmeyenler için özet geçeyim:

Türkiye, Anayasa’nın 90. maddesi çerçevesinde taraf olduğu AİHS’ni kendi iç hukuku üzerinde tutuyor. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını da kabul etmiş oluyor. Çünkü AİHS’nin 46. maddesi AİHM’in kararlarını uygulamayı zorunlu hale getiriyor.

AİHM verilerine göre, 1959’dan 2021’e kadar Türkiye’yle ilgili 3 bin 820 karar verildi. Bu kararların 3 bin 385’inde en az bir hak ihlali vardı. AİHM kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin verilerine göre de Türkiye şu ana kadar 521 AİHM kararını tam olarak uygulamamış.

Avrupa Konseyi, AİHM kararlarını uygulamayan ülkeler için “ihlal süreci” başlatıyor. Türkiye, hakkında ihlal süreci başlatılan (Azerbaycan’dan sonra) ikinci ülke olmuştu.

★★★

Türkiye’yle ilgili ihlal kararlarından ikisi son dönemde Avrupa Konseyi’nin gündeminden hiç düşmüyor.

Biri 5 yıldır değişik gerekçelerle cezaevinde tutulan iş insanı Osman Kavala’nın durumuyla ilgili.

Diğeri ise HDP’nin eski eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın davası.

Eylül ayından bu yana iki dosyayla ilgili Ankara ile Strazburg arasında yoğun bir trafik yaşanıyor. Belki gözünüzden kaçmıştır düşüncesiyle hatırlatmak isterim:

Paris’te görev yapan meslektaşımız Arzu Morin’in 23 Eylül’de yayınlanan haberine göre Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM Büyük Dairesi’nin “Kavala hakkındaki AİHM kararı uygulanmamıştır” tespitine rağmen Kavala’nın hâlâ cezaevinde olduğuna dikkat çekmiş ve Türkiye’den 13 Ekim’e kadar bilgi vermesini talep etmişti. Komite, Demirtaş için de “derhal serbest bırakılmalı” çağrısı yapmış ve iki dosyayı 6-8 Aralık tarihlerinde yapılacak toplantıda yeniden görüşme kararı almıştı.

★★★

O karar sonrasında, Türkiye Strazburg’dan gelen bütün çağrılara rağmen Kavala ve Demirtaş’ın tutukluluğu konusunda geri adım atmadı. Tersine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, iki dava konusunda da açıktan tavır aldı ve Adalet Bakanlığı’yla mahkemelerin AİHM kararlarını uygulamasını imkansız hale getirdi.

Bakanlar Komitesi raportörleri, dosya konusu davaları yerinde inceledi ve Bakanlar Komitesi’ne rapor sundu. Raporda AİHM kararlarının uygulanmadığına ve iki dosyada da ihlallerin sürdüğüne dikkat çekildi.

Bu gelişmeden kısa bir süre sonra Avrupa Konseyi sözcüsü Reuters Haber Ajansı’na Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınabileceğini, hatta Türkiye’nin üyelikten çıkarılabileceğini açıkladı.

★★★

Öyle anlaşılıyor ki Avrupa Konseyi 6-8 Aralık’ta yapılacak Bakanlar Komitesi toplantısı öncesinde “oy hakkını elinden almak”, “üyelikten çıkarmak”, “üyeliği askıya almak” gibi seçenekleri dillendirerek Türkiye’ye geri adım attırmak istiyor.

Ancak Ankara bu durumun farkında.

Türk diplomatik kaynaklar, “Biz ayrılmak istemedikten sonra bizi çıkarmaları söz konusu olamaz. Hele hele Rusya-Ukrayna geriliminin yumuşatılması, insani boyutu konusunda yaptıklarımız ortadayken Avrupa Konseyi’nin böyle bir karar alması çok ihtimal dahilinde değil” görüşünü dile getiriyor.

Haklı da olabilirler.

Ancak işin sonunda Türkiye geri adım atmazsa ve er ya da geç bu seçeneklerden biri hayata geçirilirse, Türkiye’nin demokrasi liginde adeta amatör kümeye düşeceğini kabul etmemiz gerek.

Kavala ve Demirtaş davasında adalet yerini bulsaydı, adil kararlar verilseydi, iktidara “Bağımsız bir ülkeyiz, tavrınızda direnin” der ve sonuna dek desteklerdik.

Ancak iki dava da adaletle, vicdanla örtüşmeyen, tamamen siyasetten kaynaklanan ihlallerle dolu.

O ihlalleri ortadan kaldırmak, adaleti sağlamak ve demokrasi liginde küme düşmemek iktidarın birinci önceliği olmalı!