Salı günü işe gelirken Ankara’nın popüler caddelerinden olan Tunalı Hilmi’de bir kalabalığa denk geldim. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in de sesi geliyordu. Kuğulu Park’a varınca anladım: Meral Hanım parkta çevresini saran kalabalığa seslenmiş, sonrasında da esnaf ziyaretine başlamıştı.

Ankaralı olmayanlar için detay vereyim:

Sözünü ettiğim bölge, Ankara’nın görece rahat/zengin bir kesimin yaşadığı, alışveriş yaptığı bir bölgedir. Haliyle esnafı da belli müşterileri olan en büyük krizlerde dahi iş yapabilen bir özelliğe sahiptir.

Buna karşın, kaldırımı tıklım tıklım dolduran, hatta caddeye taşan kalabalığın arasından geçerken esnafın da vatandaşın da ekonomik durumla ilgili Akşener’e yakınmalarını duyuyordum.

Caddeye nazır dükkanlarda esnaf yaşadıkları sorunları anlatırken, benim aklıma 1992’de bir öğrencimin babasının Tunalı Hilmi Caddesi’nde bir dükkan alabilmek için üç apartman dairesi satması geldi.

Tunalı Hilmi Caddesi’nin dünüyle bugünü arasındaki derin ekonomik uçurum, Türkiye ekonomisinin de özeti sayılırdı.

★★★

Ne yazık ki içinden geçtiğimiz ekonomik kriz zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yaparken, son 40 yılın ekonomik modellerinin omurgasını oluşturan orta direği de yok etti. “Orta direk” yok olunca da küçük esnaf en değerli müşterisini kaybetti.

Geçmişte özel sektör çalışanları ücret ve koşullar açısından daha avantajlı olurdu. Ancak, özel sektörde yaşanan daralma, özel sektör çalışanlarını kamu çalışanlarının gerisine düşürdü.

O yüzden bu aralar herkes kapağı kamuya atmaya çalışıyor.

Geçenlerde özel bir hastanenin yöneticisi, hemşire bulamadıklarından yakınıyordu. Çünkü bütün hemşireler, daha iyi imkanları olduğu için devlette iş bulmaya çalışıyordu.

Bu arada artık Türkiye’de 5 bin 500 lira seviyesine çıkan ücret, “asgari” ücret olmaktan çıkıp “ortalama” ücrete dönüşmüş vaziyette.

Bazı şirketlerin ağır vergi ve prim yüklerinden kurtulmak için çalışanlarını “asgari” ücretli gösterip maaş farklarını ayrıca ödediğini duyunca hiç şaşırmadım.

Bazı küçük işletmelerde durum daha da vahim. İşverenler, çalışanlarına asgari ücret dahi vermiyor, asgari ücret olarak yatırdığı ücretin bir kısmını geri alıyor.

İki durumda da çalışanlar işlerini kaybetmemek için patronlarının başvurduğu yöntemi kabul etmek zorunda kalıyor.

Çalışanlar için iş güvencesi son derece önemli ancak, işler kötüye gittikçe bazı işverenler kıdem tazminatı gibi yüklerden kaçmak için de hileye başvuruyor.

Örneğin bugünlerde en çok özel okul öğretmenlerinden mesaj alıyorum.

Evet, köklü özel okulların kadro sistemleri devletteki gibi. Haliyle yaz tatilinde öğretmenlerinin durumunda bir değişiklik olmuyor. Ancak, çoğu devletin öğrenci başına verdiği özel okul desteğinden faydalanmak için kurulmuş, ya da dershaneden dönüşmüş küçük özel okullarda tam bir köle düzeni hakim. Öğretmenler okul tatil olduktan sonra resmen işsiz kalıyorlar. Böylece özel okul sahibi hem kıdem tazminatından kurtuluyor, hem üç ay maaş ödemekten.

(Bu okulların hepsinde “Milli Eğitim Bakanlığı” tabelası varsa, bu okullarda çalışan öğretmenlerin başına gelenlerden de Milli Eğitim Bakanlığı sorumludur. Bu konuda denetimlerin artırılmasında ve önlem alınmasında yarar var.)

★★★

Bu saydığım durumlara işsizlerin, emeklilerin, çiftçilerin yaşadıklarını da ekleyin. Enflasyon/hayat pahalılığı düşürülmedikten sonra, ücretlere yapılan palyatif düzenlemeler kimsenin derdine derman olmuyor.

İşte bu koşullar, iktidarın karşısında muhalefeti de besleyen büyük bir parti yaratıyor: “Boş Tencere Partisi”

Boş tencere sayısı arttıkça iktidarın oyları azalıyor.

İktidar, ekonomi konusunda bu “vurdumduymaz” tavrını sürdürürse ve ülkede boş tencere sayısı bu şekilde artmaya devam ederse, yüzde 30’ları rüyasında görecek.

(Zaten son gördüğüm Yöneylem’in -Haziran’da 27 ilde 169 noktada 2704 kişiyle yapılmış- araştırmasında AK Parti oyları yüzde 27,1 çıkmış ve CHP’nin altına inmişti.)

Seçimleri kim kazanır” diye soran okuyucularıma toplu yanıt vermek istiyorum:

“Boş Tencere”

(Bu vesileyle boş tencerenin hükümetleri düşürebileceği tespitini ilk yapan merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i de şükranla minnetle analım.)