“En iyi savunma taarruzdur.”

Savaş stratejistlerinin en sık kullandığı cümledir bu.

Hayatın her alanında, özellikle de siyasette çok fazla yer buluyor.

Bugün Türkiye siyasetinin en önemli unsuru haline gelen ittifaklar konusunda da bu cümlenin yansımasını görüyoruz.

Ülkeyi Cumhur İttifakı yönetiyor. Ekonomimiz tam anlamıyla “berbat” durumda.

Fiyat istikrarı bitmiş, gıda enflasyonu almış başını gitmiş, hem sanayide hem tarımda girdi maliyetleri tarihte görülmemiş kadar artmış, üretim durma noktasına gelmiş, ülkeyi yönetenlerin israfı tam gaz devam ediyor, ihaleler sürekli yandaşlara veriliyor, büyük halk kesimleri yoksulluğun dibini görürken, iktidarın yarattığı zengin elit zenginleşmeye devam ediyor.

(Sadece şunu anımsamanız dahi yeterli: Zenginlerin Kur Korumalı Mevduat hesaplarında yer alan paralarına eklenen milyarlarca liralık kur farkı yoksulların ödediği vergilerden tahsil ediyor. Zenginler hem bankalardan faiz alıyor, hem hazineden kur farkı. Böylece sahip olduğu sermayeyi üretim yapmaya, istihdam yaratmaya ayırmak yerine, parayla para kazanmaya devam ediyorlar.)

Diğer taraftan ortaya saçılan kirli ilişkilere, yolsuzluk ve usulsüzlükleri sıralasam, SÖZCÜ’nün sayfaları yetmez.

★★★

Cumhur İttifakı ülkeyi büyük bir yoksulluğa itmiş. Ülkenin Cumhurbaşkanı sokağa çıkıp vatandaşın, esnafın, çiftçinin sorunlarını dinlemeyeli aylar yıllar olmuş. “İsteyen iş bulur”, “Manda yoğurdu ve Medine hurması, kestane balı ve yulaf ezmesi yiyin şifa niyetine”, “gençler dünyayı gezsin” diyecek kadar ülke gerçeklerinden uzaklaşmış.

İktidar siyasetçileri tepkilerden çekindikleri için çarşıya pazara çıkamadıkları gibi, Türk Lirasını Japon Yeni ile Türkiye’deki fiyatları Avrupa ülkelerindeki fiyatlarla kıyaslayacak kadar aklımızla alay eden açıklamalar yapmaya başlamış.

Bu koşullar altında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ilk gireceği seçimleri kaybetmesi, AK Parti’nin TBMM’de azınlık partisi haline gelmesi işten bile değil.

Ancak biz böyle bir ortamda “Millet ittifakı dağılıyor mu?”, “Millet İttifakı’nın adayı kim olacak?” gibi sorularla oyalanıyoruz.

★★★

İktidarın her an savunmada ve hesap verir konumda olması gerekirken hep taarruzda olması büyük bir iletişim başarısı. Bunu sağlamak gerçekten büyük bir iletişim gücü gerektirir ve iktidar bu güce sahip. Bir çok alanda başarısız olmalarına karşın algı yaratma ve kamuoyunu, siyaset gündemini istediği gibi şekillendirmede mahir. İktidarın devletin bütün imkanlarını bunun için seferber ettiği gerçeğini de unutmamak gerekir.

İktidarın bu başarısının altında yatan bir başka önemli unsur da muhalefet partilerinin iletişim ve propaganda konularındaki başarısızlığı/beceriksizliği.

Mutfak yanıyor, tencere kaynamıyor, halk perişan, iktidarı sıkıştırmak için her türlü konu ve malzeme mevcut ama ülkenin muhalefeti hep “savunmada”.

(Sürekli sokakta olan, gittiği her yerde büyük kalabalıklar toplayan İYİ Parti lideri Meral Akşener’i dışarıda tutarak söylüyorum) Muhalefet liderleri sokağa inip oylarını artırmak, gerçek gündemi konuşturmak yerine, iktidarın yarattığı yapay gündeme takılıyorlar ve “İttifakta çatlak yok” diye savunma moduna geçiyorlar.

İktidar da yarattığı olumsuzlukların hesabını vermek yerine, her daim muhalefeti köşeye sıkıştırıp savunmaya zorlayıp rahat ediyor.

Sizce de bu işte bir yanlışlık yok mu?

Köy Enstitüsü ruhu yaşamalı


Haftasonu, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nin (YKKED) Eskişehir ve Bursa şubeleriyle CHP’li Eskişehir/Tepebaşı Belediyesi ve Bursa/Nilüfer Belediyesi’nin organize ettiği etkinliklere katıldım. Etkinliklerin konusu 17 Nisan 1940 yılında kurulan ve 1954’te kapatılan Köy Enstitüleriydi.

Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın YKKED üyesi olması, Köy Enstitüsü ve İlköğretmen okullarının mezunlarıyla çok yakın çalışıyor olması benim açımdan ilginç bir detaydı.

Eskişehir’de, Bursa’da, Ayvalık’ta, İstanbul’da CHP’li belediyelerin 17 Nisan’da özel etkinlikler düzenlemesi ve Köy Enstitülerinin ruhuna sahip çıkması çok kıymetliydi.

Bu dönemde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya başkanlığında bir komisyon oluşturması ve Türkiye’deki 20 Köy Enstitüsü’nü ziyaret etme talimatı vermesi tesadüf olmasa gerek.

Ülkede bir iktidar değişimi olursa, eğitim politikaları açısından (yeni demografik/sosyolojik durumları da dikkate alarak geliştirilebilecek) çok kıymetli bir model var.

O okullarda okumuş insanları görüp dinleyince “duygularla değil, duyularla öğrenme”, “eğitirken üretme, üretirken eğitme” imkanının değerini anlıyorsunuz.

İnsanların doyduğu yerde doymasını hedefleyen, kendisine yeten eğitim kurumları Köy Enstitüleri’ni kaybetmiş olması Türkiye için büyük bir talihsizlik olmuş.

Köy Enstitülerini belki yeniden kuramayız, ancak o ruhu yaşatmak, yeniden hayata geçirmek mümkün!