Adalet Bakanı Abdul-hamit Gül geçen hafta Ankara’da Türk Parla-menterler Birliği’nin ev sahipliğinde “Hukukun Üstünlüğü ve Yargı Reformu” konulu bir konferans verdi.

Bakın nasıl cümleler kurdu?

- “Adalet oksijen gibidir, nefes gibidir.”

- “Adaletin tecellisi her dönemde hayati olmuştur.”

- “Devletlerin temeli adalet üzerine kurulmuştur.”

- “Adalet varsa ve adalet ayakta tutuluyorsa devletin temelleri çok sağlamdır.”

- “Adaletle bir varoluş mümkündür, insan ve devlet adaletle ayakta kalır.”

★★★

Bu cümleleri dinlerken Bakan Gül’ün sesini ve görüntüsünü tanımasanız, “Acaba Kuzey Avrupa ülkelerinden birinin Adalet Bakanı mı konuşuyor?” diye düşünürsünüz.

Zira hepsi özenle seçilmiş çok anlamlı, önemli cümleler.

Tıpkı “Adalet mülkün temelidir”,  “Adalet devletin hazinesidir” ve “Devletin dini adalettir” sözleri gibi...

Peki, adında “adalet” olan bakanlığın en üst düzey koltuğunda oturan Gül’ün bu cümlelerin ne kadarı yaşadığımız gerçek durumu yansıtıyor?

- Mesela, adalet varsa “masumiyet karinesi” de vardır değil mi?

O halde “iltisak” gibi bir kavramla adli sicil kaydı olmayan, hüküm giymemiş insanların yetkili isimlerce peşin peşin “terörist” ilan edilmesini hangi adaletle açıklayacağız? (Bu duruma yüzlerce örnek verilebilir ama uzağa gitmeye gerek yok. İBB’yle ilgili tartışmaya bakmanız yeterli.)

- Mesela, adalet varsa “eşitlik” de vardır değil mi?

O halde siyasi ya da tarikat/cemaat referansı olmayan pırıl pırıl gençlerin yazılı sınavlarda yüksek puan almalarına karşın kamu sınavlarında mülakatta elenmesini hangi adaletle açıklayacağız? (Adalet Bakanlığı’nın son hakim/savcı Milli Eğitim Bakanlığı’nın son öğretmen/yönetici atamalarına bakmanız yeterli.)

- Mesela, adalet varsa “hak” da vardır değil mi?

O halde, en temel haklardan biri olan gösteri ve toplu yürüyüş hakkının “sokaklara dökülme” başlığı altında “terör eylemi” gibi gösterilmesini hangi adaletle açıklayacağız? (“Sokaklarda kovalarız” cümlesini buraya aktarmam yeterli sanırım.)

- Mesela, adalet varsa “bağımsız yargı”da vardır değil mi?

O halde, “sen yap mahkeme kararı arkadan gelir” zihniyetini hangi adaletle açıklayacağız? (Neyi kastettiğimi Sayın Gül anlamıştır.)

- Mesela, adalet varsa “hukuk devleti” de vardır değil mi?

O halde, devlet yönetimindeki bu kadar keyfiliği, Anayasa’nın/yasaların bu kadar görmezden gelinmesini, devlet gücünün bu kadar hor kullanılmasını hangi adaletle açıklayacağız? (Bu konudaki örneklere yerim yetmiyor.)

★★★

Başlıkları da soruları da örnekleri de uzatmak mümkün.

Ancak unutmamak gerekir ki devletin temeli nasıl adalet ise adaletin temeli de hukuktur, temel haklardır, bağımsız yargıdır, masumiyet karinesidir, özgürlüklerdir...

Adaletin temellerinin bu kadar sarsıldığı bir ortamda Bakan Gül’ün “demokratik kazanımlardan” söz etmesi “demokratik Anayasa” vaat etmesi de gerçeği yansıtmıyor.

İnkar etmiyorum. AK Parti iktidarının ilk yıllarında demokrasi adına önemli adımlar atıldı. Ancak geride kalan 20 yıllık süreç içinde kaşıkla verilen demokratik haklar kepçeyle alındı.

Bakan Gül diyor ki:  “Türkiye’de eskiden ötekileştiren, insanı makbul ve makbul olmayan diye tasnif eden bir anlayış vardı. Devletteki ve bürokrasideki bu anlayışı değiştirmek üzere yola çıktık.”

Geçmişte muhafazakarların, Kürtlerin, Alevilerin ötekileştirildiği, yanlış uygulamalara karşı çıkanların marjinal gösterildiği dönemler elbette oldu.

Ancak şu anda eğitimde, yargıda, bürokraside ve siyasette “ötekileştirmenin” insanları (makul olanlar ve olmayanlar ayrımını bir kenara bırakın) “iktidar yanlısı olanlar ve olmayanlar” diye ayırmanın alası yapılıyor.

Demokratik bir anayasayı hepimiz isteriz. Bunun için atılan her adımı destekler, demokrasi için sonuna dek mücadele ederiz.

Ancak Sayın Gül’ün böyle bir vaatten önce sorumlu olduğu “adalet” alanında yaşanan antidemokratik, hukuk devletiyle çelişen gerçek durumlarla yüzleşmesi gerekmez mi?

Zira gerçek durumu görmeyen, gerçekle yüzleşmeyen bir anlayış “adalet” getiremez.