Biri size “İktidarın çevre konusundaki duyarlılığı konusunda ne düşünüyorsunuz” diye sorsa ne yanıt verirsiniz?

İktidar destekçisiyseniz hemen Çevre Bakanlığı’nın ismine “İklim Değişikliği” ifadesinin eklendiğini, karbon emisyonuyla ilgili uluslararası anlaşmalara bağlılığın ortaya konulduğunu anımsatırsınız. Cumhurbaşkanlığı’nın yürüttüğü “sıfır atık” projesini översiniz.

Muhalifseniz, Avrupa’nın çöpünü Anadolu’ya yığan bir iktidarın “ıfır atık” projesinin anlamsız olduğunu söylersiniz. Betonlaşmaya dikkat çeker, ormanlara, derelere, dağlara yapılan çevre düşmanı yatırımlarını ve çevre katliamlarını sıralar durursunuz. Büyük kentlere yönelik ihanetlere dikkat çekersiniz.

Bir gazeteci olarak Marmara Denizi’ni etkisi altına alan müsilaj sorunundan sonra 4 Kasım 2021 günü yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Marmara Denizi’nde bir bölgelin (sahili olan 7 şehrin kıyılarını, Marmara Adasını, Erdek’i ve İstanbul’un Adalar İlçesinin tamamını kapsayacak şekilde) “özel çevre koruma bölgesi” (ÖÇKB) ilan edilmesine sevinmiş, devletin, Marmara’da duruma müdahale etmesinin çok önemli olduğuna inanmıştım.

Gelin görün ki sonradan yaşanan gelişmelere bakınca, asıl amacın Marmara’da müsilajla mücadele etmek değil, İstanbul kıyılarında ve Adalar ilçesinde yerel yönetimlerin yapacağı her işlemi engellemek olduğunu düşündüm.

★★★

ÖÇKB’ler 1988 yılında ilk ilan edildiğinde Başbakanlık bünyesinde siyasetten görece bağımsız bir Çevre Koruma Başkanlığı kurulmuştu.

Ancak AK Parti döneminde ÖÇKB’ler doğrudan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlandı. İşin içine bakanlık girince de çevre koruma işi siyasileşti.

Salda Gölü’ne millet bahçesi yapılması, Muğla sahillerinde Muğla Çevre Vakfı’na kıyılarla ilgili geniş haklar tanınması gibi olaylar, bu işin siyasileştiğinin en önemli göstergeleri oldu.

Ne yazık ki Marmara Bölgesi’yle ilgili ÖÇKB ilanı kararından sonra da benzer bir “siyasi” durum ortaya çıktı.

Bakanlık, çevre koruma bahanesiyle aldığı bu yetkiyi, İstanbul Büyükşehir, kıyı ilçeleri ve Adalar Belediyesi’nin her türlü etkinliğini denetleme ve engelleme için kullanmaya başladı.

Örneğin, Bakanlık 28 Haziran 2022 tarihinde İBB’ye gönderdiği yazıyla Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırı içinde bugüne dek yapılmış ve yapılacak tüm tahsisleri, kiralamaları, kullanım izinleri, işgaliye ve ecrimisille ilgili iş ve işlemlerde İBB’yi yetkisiz kıldı.

Üstelik, bunu atması gereken adımları atamdan yaptı. Yani bölgede kalan kıyılar ve Adalar İlçesi için yeniden değerlendirme yapamadan, koruma/kullanma esaslarını tarif etmeden ve acele gerçekleştirilmesi bir yasal zorunluluk olan korumaya esas plan kararlarını üretmeden yapmış.

★★★

Durum böyle olunca, yerel yönetimlerin iş ve işlemleri bakanlığa takılmaya başlamış.

Örneğin Avcılar ilçesinde bir lunaparkın yıkımı, henüz bakanlıkta değerlendirme yapılmadığı ve onay verilmediği için gerçekleştirilememiş. Belediye, çevre koruma bölgesi düzenlemesi nedeniyle oluşan yetki tartışması nedeniyle yargıya başvurma hakkını dahi kullanamamış.

Tarabya’da kazıklı yolda oluşan çökme, yine bakanlığın değerlendirme ve onay yazısı gelmediği için onarılamamış.

Diğer taraftan, Üsküdar sahilindeki sahil yolu ve tramvay çalışmaları da bakanlığın değerlendirme ve onayına takılmış vaziyette.

Bu örnekleri daha da artırmak mümkün. İBB’nin Haliç ve Boğaziçi sahillerinde yürüttüğü hizmetler ve denetimler durmuş vaziyette. İBB zabıtası kıyılara kontrolsüz ve kuralsız bağlanan teknelere müdahale ettiğinde “burası İBB’nin değil bakanlığın kontrolünde” diye özetlenebilecek bir mukavemetle karşılaşıyor.

★★★

İBB ilgili düzenlemenin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay’a başvurmuş ve dava açılmış.

Dava hala sürüyor. Ancak yargı kararı çıkana dek İstanbul’daki muhalif belediyelere yönelik engelleme/bekletme uygulamaları da yetki karmaşası da devam ediyor/edecek.

Bir nevi “Özel Çevre Koruma Bölgesi” düzenlemesinin amacı dışında kullanılıyor.

İktidar bu uygulamasıyla İstanbul’u kaybetmenin acısını hala yaşadığını, İstanbul’un yeni yerel yöneticilerini çalışamaz hale getirmek istediğini gösteriyor.

Görünürde CHP’li belediye başkanları cezalandırılıyor olsa da aslında yapılanların hedefi ve mağduru doğrudan İstanbul halkıdır. İstanbul halkının alacağı hizmeti engelleyen iktidarın unuttuğu bir şey var:

Halk, kendisini hedef alan olumsuzlukları hep not eder ve günü geldiğinde, sandık kurulduğunda sorumlulardan hesap sorar.

2023’te seçim var ve o seçimde de hesap sorma durumu değişmeyecek!