Atatürk Havalimanı’nın yıkımıyla ilgili tartışmalar tüm hızıyla sürerken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, en çok tartışma konusu olan pistlerin korunabileceğinin sinyalini verdi.

Bu bir geri adım mıdır dersiniz?

Benim bildiğim Tayyip Erdoğan, öyle muhalefet itiraz etti diye bir işi yapmaktan vazgeçmez. Tersine o işe dört elle sarılır ve daha da hızlı ve hırslı yapar.

Pistleri yıkmaktan vazgeçmeleri büyük ihtimalle ihaleyi alan yandaş şirketin talebidir. Zira, bir uçak pisti öyle kolay kırılacak bir beton parçası değildir. Pistler inşa edilirken uçakların sağlıklı inişi kalkışı için çok yoğun bir beton kullanılmaktadır. Yüzeyleri, yüksek hızla inen uçakların fren sürtünmesine özel bir şekilde yapılmıştır. Ortalama bir ticari uçak pisti en az 3 km uzunlukta, 16 şeritli bir otoyol genişliğinde ve 1 metre kalınlığında güçlendirilmiş betondan oluşuyor.

Şirketin mühendisleri ve mimarları, çok büyük maliyete ve zamana mal olacak “pistlerin yıkılması” işi yerine üzerine serilecek 15-20 cm’lik çimlendirilmiş toprak tabakayla hem estetik hem çok daha ekonomik sonuçlar elde edilebileceğine dikkat çekmiş olabilir.

Gerekçe doğru, üslup ve konjonktür yanlış


Eski bir diplomasi muhabiri olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasıyla ilgili tartışmaları yakından izliyorum.

Öncelikle şunu söyleyeyim: Türkiye’nin iki ülkenin üyeliğine itirazı, AK Parti’nin ya da Tayyip Erdoğan’ın kendilerine özgü ideolojik tavrından kaynaklanmıyor.

Türkiye, yıllardır bütün uluslararası kuruluşlarda, PKK konusunda çok net tavır koyuyor ve sonuç elde etmek için elindeki kozları sonuna kadar kullanıyor. Terörle mücadele neticede bu ülkenin en vazgeçilmez hakkıdır.

Yani iktidarda Tayyip Erdoğan’ın yerine başka biri olsaydı da Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı “bu ülkelerin PKK ile ilişkisi ve desteği sürerken NATO üyeliğini kabul etmeyelim” telkininde bulunurdu.

Bu çerçevede ilk tespitim şudur:

Türkiye’nin tavrı da gerekçesi de doğrudur, haklıdır.

Ancak burada önemli olan başka bir soru da şudur:

Erdoğan’ın yöntemi ve üslubu sonuç getirir mi?

Veto hakkı olduğu için Türkiye “evet” demese Finlandiya ve İsveç asla NATO’ya üye olamaz. O nedenle Erdoğan “hayır”da diretirse sonuç alır.

Yine de bu konuda şu iki unsuru dikkate almakta yarar var:

- Konjonktür: İsveç ve Finlandiya, bir gecede Ukrayna’yı işgal eden Rusya’nın tehdidine karşı NATO’ya üye olmak istiyor. Türkiye haklı ve farklı bir gerekçesi olsa dahi, bu iki ülkenin NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına girmesini engelleyerek, otomatik olarak Rusya’nın yanında yer alıyor görüntüsü sergiler. Haliyle, bir inatlaşma yaşanması durumunda Türkiye ile Batı cephesi arasında kapanması zor uçurumlar oluşabilir. Diğer taraftan Avrupa Birliği’ne üye olan iki ülke kendilerini NATO’ya sokmayan Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokmaz. Türkiye’nin bu iki ülkeyi veto etmesi, açıktan AB hedefinden sonsuza dek vazgeçtiği anlamına gelir.

- Üslup: Diplomaside her zaman pazarlık için açık kapı bırakılır ve karşı tarafa talepleri kabul edip, somut adım  atmaları için şans tanınır (PKK’yı desteklemekten vazgeçtiklerini somut bir şekilde göstermek gibi).

Ancak Erdoğan iki ülkeye de ağır suçlamalar yönelterek kapıyı en başta kapattı. 2009’da Danimaka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasına karşı çıkarken de aynı üslup kullanılmıştı. İşin sonunda Rasmussen NATO Genel Sekreteri oldu ve Türkiye neden geri adım attığını anlatana dek akla karayı seçti. Aynı şeyin tekrarlanmaması için dikkatli bir diplomatik üsluba ihtiyaç var.

19 Mayıs Sürprizi


Aşağıda gördüğünüz fotoğraf, 19 Mayıs sabahı üyesi olduğum bir Whatsapp grubuna “Bayramınız Kutlu Olsun Gençler” mesajıyla birlikte düştü.

Bando takımında olduğumdan ben o fotoğrafta yoktum ama benim açımdan çok önemli bir detay vardı:

Atatürk resmi.




Arkadaşlarımın taşıdığı o Atatürk resmi, resim öğretmenimiz Naci İren’in koordinatörlüğünde yapmıştık. Tuval boyumuzun iki katı kadardı. Karelere bölmüştük, yer yer merdivene çıkarak, yer yer diz çökerek boyamıştık.

Fotoğrafı görünce duyduğum mutluluğu sizinle de paylaşmak istedim.

İnsanın geçmişinde böyle izler bırakması ne muhteşem duyguymuş meğer...